15 Mart 2023 Çarşamba

İşin Aslı Judit ve Sonrası

 

 
Kitabı anlatmaya nereden başlamalıyım bilmiyorum. Öylesine çok sevdim ki kitabı. Konusuna bakarsak oldukça yalın burjuva bir ailede yetişmiş bir adamla daha alt kademe zenginlikte olan bir kadın evlenir. Kadın kocasını çok severken adam oldukça soğuk ve mesafelidir. Hatta bir gün gelip artık nereye kadar devam edeceklerini sorar. Kadın adam için çabalamaktan vazgeçmez. Oysa ki adamın gönlünde başkası vardır. Kitabı üç kısımda okuyoruz. İlk kısımda kadının ağzından. Kadın bir kafede arkadaşına başından geçenleri anlatır. Kocasıyla boşanmıştır. İkinci kısımda adam bir barda arkadaşına anlatır. Zaman biraz daha geçmiştir. En son kısımda aldattığı kadınının ağzından dinleriz olayları. O da bir otel odasında sevgilisine anlatmaktadır yaşadıklarını.
Kitabın ne kapağının ne adının bir albenisi var. Konusu duyunca çok yavan bile gelebilir oysa şu ana değin beni bu denli etkileyen bir kitap olmadı. Olayları işleyişi, bir  duyguyu farklı örneklerle açıklayışı. Öylesine güzeldi ki. Okumanın zevkine vardım. Kitabı yaşadım ve ilk defa gözyaşları ile bir kitabı okuyamadım. Ama bunun içinde bulunduğum hassas dönemden de kaynaklanabileceğini düşündüm. Yorumlarına bakınca herkes benimle hemfikirmiş.
Kitap yalnızca kadın erkek ilişkilerini değil, toplumsal sınıfları, kültürü; savaşı, insan ruhunu anlatıyor. 
Buradan sonrası kitabın içeriği hakkında ayrıntılı bilgi içerir. 
Kitaba okumaya başlarken konuyu bilmediğim ve tüm kitabı kadın anlatıyor zannettiğim için kadın kahramanla çok bağ kurdum. Diğer kahramanlara mesafeli yaklaştım. Her bölümü sanki gerçekten o karakterin ağzından dinledim. Yazar nasıl bu denli ayrıntılı ve farklı zihin dünyaları inşa etti bilmiyorum. 
Kadına bir gün kocası minderlerin renklerinin gözlerini yorduğunu ve hemen çarşıya çıkıp mevsime uygun kılıflarla değiştirmesini söyler. 

''O kadar da kalın kafalı değildim, ne demek istediğini gayet iyi anlamıştım. Doğrudan, açık açık söylenemeyecek bir şeydi bu: Onun zevkiyle benimki arasında bir fark olduğunu, her şeyi becerebilsem, her şeyi öğrenmiş olsam ve onun gibi orta sınıftan sayılsam bile aslında başka bir dünyadan geldiğimi ifade etmek istiyordu. Benim etrafımdaki her şey onun alışık olup sevdiğinden bir parça başka, bir ton farklı renkteydi. Burjuva, bu tür ayrımlara aristokrattan daha duyarlıdır. Burjuva, ömrünün sonuna dek kendini onaylamak zorundadır. Aristokratsa daha dünyaya gelirken onaylanmıştır.''
Belki bir tek bu kısımdan kadının bu çıkarıma varması garip kaçabilir. Ama kitap boyunca adam kadını pek bir insan yerine koymuyor açıkcası. Zaten ilerleyen bölümlerde karısının bu küçük burjuva hallerini sevmediğini şu şekilde ifade ediyor:

Zengin adam hiçbir zaman toplumsal âdetlere, burjuva düzenine, görgü kurallarına ve saygıdeğer davranışlara böyle rahatsız edici bir titizlikle tutunmaz, oysa küçük burjuvanın onaylanmak için hayatın her anında bunlara ihtiyacı vardır; gelir düzeyiyle paralel yükselen ev masrafları, giyim kaideleri ve toplum hayatının kuralları konusunda büyük bir özenle defter tutan büro müdürü buna örnektir.
..........
Küçük burjuva için, azizim, kültür ve onunla bağlantılı şeyler yaşanmışlık değil, bilgidir.

Kadının düşünce sistemi bana adamdan daha mantıklı geldi. Adam bir kitap okur ve hayatın anlamını bulduğunu söyler. Kadına bu mantıksız gelir ve içinden şöyle geçirir.

Ben öyle "büyük soruları" sevmem, bana öyle gelir ki, bir insan daima küçük küçük binlerce soruyla çevrilidir ve önemli olan sadece bunların bütünü, toplamıdır.

Bende böyle düşünüyorum. Adamın hep kendinden emin halleri beni çok ama çok bunalttı.
Bir gün kadın kocasının garip bir yazar arkadaşı ve onunla oynadıkları ilginç oyunu görür. 

Hani derler ya, tepeden tırnağa, ruhunun bütün sırlarıyla bana ait olduğunu sandığım kocamın, bu adamın asla bana ait olmadığını, bir sürü sırrıyla bir yabancı olduğunu anladım. Sanki onun hakkında bir şey öğrenmiştim; daha önce hapse girmesi ya da hastalıklı tutkulara teslim olması gibi, geçmiş yıllar boyunca kalbimde oluşturduğum portresine uymayan bir şey.

Bir zaman sonra kocasını iyice tahlil eder.

Bir insanın kayıtsız şartsız sevilmeyi kabul etmesi büyük cesaret ister. Kahramanlık değilse bile cesaret. Çoğu insan sevgiyi ne almayi ne de vermeyi bilir, çünkü ödlektir, kibirlidir, korkuları vardır. Sevgi verdiği zaman utanır ve diğerine teslim olup sırrını paylaştığı zaman daha da fazla utanır. 

Kadının ayrılık sonrası toparlanma sürecindeki fikirlerini de çok beğendim.

Günün birinde uyandım, yatağımda doğrulup oturdum ve gülümsedim. Artık en ufak bir acı çekmiyordum ve birden, doğru insan diye bir şeyin olmadığını idrak ettim. Ne yeryüzünde ne de cennette. Öyle biri, öyle tek bir kişi yok. Sadece insanlar ve her insanın içinde bir tutam doğru insan var ama kimsede, bi-zim diğerinden beklediğimiz ve umduğumuz şey yok. Kusursuz insan diye bir şey yok ve o mutluluk veren, harikulade tek adam aslında hiç var olmadı. Sadece içlerinde ışık kadar moloz da olan insanlar...

Eskiden dünyadan bu şekilde keyif alamazdım. Yapacak başka işlerim vardı, dikkatimi başka şeylere veriyordum. Dikkatimi bir insana veriyordum ve dünyayla meşgul olacak vaktim yoktu. Sonra o insanı kaybettim ve yerine bir dünya kazandım. 

Diğer iki kahramanı çok mesafeli okuduğum için tekrar tarafsız okuyacağım.
Özellikle savaş esnasında yapılan şu muhabbet çok içime dokundu. Üç karakterin dışında kalsa bile yazar olan karakterde çok ilginçti.
"Çünkü kültür bitti. Hem de onun bir parçası olan her şeyle birlikte. Zeytin sadece bir yan tattı. Fakat bir sürü küçük tat, bir sürü lezzet birleşince, kültür denilen o harika yemeğin özünü ve gücünü oluşturur. Şimdi bu yok oluyor" dedi ve elini fortissimo işareti veren bir orkestra şefi gibi havaya kaldırdır. "Onu oluşturan unsurlar sağlam kalsa da kültür yok oluyor. Belki gelecekte bir yerlerde yine içi dolgulu zeytin satılır. Fakat bu kültürü bilincinde taşıyan insan tipi yok oluyor. İleride sadece bilgiler olacak ve bu aynı şey değil. Kültür bir deneyimdir. Güneş ışığı gibi sabit bir deneyim. Bilgi ise sadece bir katkıdır." Omuz silkti. Sonra da nazikçe ekledi: "O yüzden, en azından sizin zeytin yemiş olmanıza sevindim."


Bu hikâyenin sonu da bütün insan hikâyelerinin sonu kadar ahmakça. Dinlemek istiyor musun?
diyor bir yerde yazar.  Tüm insan hikayeleri gibi bu kitap. Ama öylesine iyi tahlil edilmiş ki. Her bir sayfanın altını çizdim neredeyse. Karışık bir kaç alıntı ile yazımı bitiriyorum. Kitabı okuduğum diğer seferlerde yazımı tekrar güncellerim.

Alıntılar

Fakat insanın hayatta, imkânsız, anlamsız ve akıl almaz olanın gerçekte sıradan ve bir o kadar basit olduğunu kavradığı anlar vardır. Birdenbire hayatın mekanizmasını görürüz: Önemli saydığımız figürler gömülüp gider, arka plandan başkaları, hakkında net bir şey bilmediklerimiz öne çıkar ve aniden, ortaya çıktıkları anda idrak ederiz ki biz onları bekliyormuşuz, onlar da tüm kaderleriyle bizi.

Anlamıyor musunuz? Güzellik bir hakaret olacak. Yetenek bir kışkırtma. Karakter ise bir suikast.

Bazen düşünüyorum da o kadar çok kitap, o kadar çok kelime var ki, düşüncelere yer kalmıyor.

Ben, evet. Şimdi anlıyorum. Biliyor musun, hayatta her şey gerçekleşmeli, her şey yerini bulmalı. Ve bu çok yavaş bir süreç. Kararların, hayallerin, amaçların pek bir faydası olmuyor. Bir evde mobilyaların kalıcı yerini bulmanın ne kadar zor olduğu hiç dik-katini çekti mi? Yıllar geçer, sen her şeyin doğru yerde olduğunu düşünürsün ama yine de içinde, bir terslik olduğuna dair hafif bir şüphe vardır, belki de koltuklar doğru yerde durmuyordur, belki de búfenin yerinde masanın olması gerekir. Ve sonra, on ya da yirmi yıl sonra insan kendini hiçbir zaman bütünüyle rahat his- setmediği, alanla mobilyanın bir türlü birbirine oturmadığı odaları gezerken birden hatayı görür, kendi kafasındaki taslağı ve odanın gizli düzenini görür, birkaç mobilyayı oradan oraya iter ve ona nihayet her şey yolundaymış gibi gelir. Ve birkaç yıl boyunca ger- çekten de odanın işte şimdi doğru olduğu duygusunu taşır. Daha da sonra, belki bir on yıl daha geçince, yine memnuniyetsizliğe kapılır, çünkü biz nasıl değişiyorsak, mekân duygumuz da değişir; insanın etrafında hiçbir zaman değişmez bir düzen olmaz. Aynısı hayat için de söz konusudur; yöntemler oluşturur ve uzun süre zaman planımızın mükemmel olduğunu düşünürüz, sabah çalışır. öğleden sonra yürüyüşe çıkar, akşam kendimizi geliştiririz. Ve bir gün gelir, gündelik akışın ancak tam ters yönde katlanılabilir ve anlamlı olduğunu fark ederiz, nasıl olup da yıllarca böyle saçma bir düzenlemeye göre yaşadığımızı anlayamayız. Böylece içimizde ve etrafımızda her şey değişir. Her şeyin bir mühleti vardır, yeni düzenin, yeni ruhsal huzurun; hatta değişim bile, günün birinde zamanaşımına uğrayacak, kendine özgü bir kanuna göre gerçekleşir. Neden? Belki günün birinde biz de zamanaşımına uğrayacağımız için. Ve bize ait olan her şey de.



.


5 yorum: