28 Nisan 2024 Pazar

John Fowles/ Ağaçlar

 




Çok meşhur kitapları olan yazarları hiç de bilinmeyen kitaplarıyla okumaya başlamak çok garip bir şey. Sanki uçakta yan yana denk gelip muhabbet etmişim de sonra bir öğrenmişim meğer benim uçak arkadaşım meşhur mu meşhur biriymiş. John Fowles'in Koleksiyoncu'nu da Fransız Teğmenin Karısını da defalarca duydum bir denk gelip okuyamadım. Gerçi ayrıntı yayınları genelde nispeten ağır eserler basıyor. Okuyacak zihin gerekiyor insana.  Ağaçları çok ama çok seven ben bu incecik kitabı kütüphanede görünce alıverdim hemen. Kitap zannettiğim şekilde ilerlemedi. Tam olarak ne aradım bilmiyorum ama ben aradığımı bulamadım. Sonuç olarak çıkarım yaptığım en bariz şey dünyanın neresinde olursan ol, küçük bir çocuk olduğun zaman yeşilliğe ihtiyaç duyuyorsun. Sonsuz bir orman veyahut küçük bir arka bahçe fark etmez tabiat içinde keşfedilecek onlarca şey barındırıyor. Bir çocuğa yapılacak en iyi şey onun doğayı keşfetmesine izin vermek olduğunu bir kez daha anladım. Onun dışında kitap kültür farkı yüzünden mi yazarın dili yüzünden mi kısacıktı ama çok zor okundu. Belki de bir anı kitabı olarak okumaya başladığım ama neticesinde içinden oldukça metaforik bir felsefe kitabı çıktığı için olabilir. Kitaptan aldığımız haz okuma deneyimimiz onu okumaya başlarken düşündüğümüz şeylerle bu denli bağlantılı olduğunu bu kitap sayesinde öğrendim. Bir kitaba başlarken mümkün mertebe varsayımlarda bulunmamaya karar verdim.

bknz: benim beklentilerimdeki şey doğadaki son çocuk gibi doğa ve çocuk hakkında kurgu dışı bir metin veya  başlangıçta sadece su vardı kitabı gibi anılar ve doğa ile dolu bir şeydi. İlgilenirseniz bu iki kitabı mutlaka tavsiye ederim.

Alıntılar:

Cehalete yol açan şey ille de çok yetersiz bilgi değildir; gereğinden çok bilgiye sahip olmak ya da gereğinden çok bilgi edinmeyi istemek de aynı sonucu verebilir.

Onun kaosunun benim için düzen olmasıysa bence pek önemli değil.

Orman bekliyor sanki en değerli özsuyu sessizlikmiş gibi.

13 Ocak 2024 Cumartesi

Tiryaki Aynası Yasemin Zengin

 


Kitaba yorumum: Kendi dilimde yazılmış şiirleri okumayı çok seviyorum. Şiirin büyüsü kendi anadilinde daha anlaşılır oluyor bence. Bu yüzden ünlü ünsüz ne kadar şiir kitabı varsa okumaya çalışıyorum. Bu kitaba da kütüphanede rastladım. Kapak tasarımı biraz ürkütücü gelse de aldım. Beğendiğim dizeler olsa da genel olarak şiirlerin her satırı kendi içinde bir cümleymiş gibiydi. Yan yana getirince anlamlandırmak o denli zordu ki. Bu durum ilk başlarda okuma zevkimi düşürdü. Ama sonra her bir satırı ayrı bir dize olarak düşünerek okuyunca daha çok sevdim

Alıntılar

bileğime damlatıyorum kokuyu bayram oluyor hemen kapılar açık düğmeler hâlâ ilikli

unutmayı bırsaksam sonraya duyacağım kim çağırdı beni

karanlıkta kim seçebilir kendisini

bulmak için bırakıyorum elimdekileri

merdiven basamağında bir çocuk flüt çalıyor 
ve bir kedi bükmüş boynunu 
ısıtabildiği kadar ısıtıyor güneş kaldırımı...

7 Ocak 2024 Pazar

St. Exupery’nin Mektupları


 Kitapla Tanışma Hikayem: Üniversitenin son yılında iyice bunaldığım bir zamanda bir arkadaşım hadi AVM'ye gidelim demişti. Hiç sevmezdim AVM gezmeyi. Ama eşlik ettim ona. O esnada Küçük Prens sergisi varmış şansımıza. Yüzlerce dilde yazılmış küçük prens kitapları. Kimisi dünyanın en küçük kitabı kimisi yansıma olarak yazılmış. Çok etkilenmiştim. Sonra hemen kitabını okumuştum. Sonraları animasyonu çıkmıştı ama beni bir o kadar etkilenmemişti. İlk başta sevgim Küçük Prenseyken sonra tüm eserlerini okuyunca yazarı Antoine Saint Exupery'e dönmüştü. Döne döne okudum altını çizdiğim yerleri. Mektuplarından oluşan bu eserini görünce çok sevinmiştim.

Kitabın Konusu: Küçük Prens kitabı ile tanınan Fransız yazar Antoine Saint Exupery'in annesine ve arkadaşına yazdığı mektuplar oluşan kitap kimi zaman şairene cümlelerle bezenmiş, kimi zamansa hepimizin insan olduğunu anlatan sıradan şeylerle dolu. Antoine bir savaş pilotu. Fas'ta uzun süre görev yapmış. Özellikle o yalnızlık günlerinde mektup yazmak onu hayata bağlayan bir etken olmuş.

Kitaba Yorumum: Hayranlık beslediğin insanların iç dünyalarına çokça haiz olmak bir yönden kötü. Çünkü onların zayıflıklarını ve size kötü gelen bir takım yanlarını görmek bir kafa karışıklığına sebep oluyor. Kitabı okurken aklıma Nilgün Marmara geldi. O da bir müddet eşinin işi sebebi ile çöl gibi bir yerde yaşamıştı galiba. O yalıtılmışlık duygusu üretken zihinleri çıldırtacak gibi oluyor herhalde.   "Geceleri yufka yürekliyim, kendi kendime acıyorum." içinde bulunduğu zihinsel durumu anlatıyor. Kendi bu külrenkli beyinlerin(!) içinde yalnız hissediyor Antoine. Yalnızlığı iyice ağır basmaya başlıyor. "Dün Kazablanka'ya indim. İlkin, yalnızlığımı alıp sokaklarda dolaştırdım, yalnızlık burda insana daha bir ağır geliyor, çünkü sokaklardan ancak bir kişi geçebiliyor."  Yalnızlığı üzerine çok ağır bir şekilde çöküyor.  " Ama asıl önemlisi artık kendimi hafif bir gölge gibi algılamıyorum (yüzde yüz kişisel bir izlenimdi bu). Hiç istemediğim bir görevle ağırlaşmış yaşlanmış duyumsuyorum" bu sözler bana o kadar tanıdık geldi ki. Kendimi ara ara bu duygu halinde buluyorum.

İşte bu yalnız zamanlarını mektup yazarak arkadaşı ve annesinden mektup bekleyerek geçiriyor. Gelen her mektubun her satırını her kelimesini itina ile okuyor. 

"Çünkü ben mektupları haince okurum. İçlerinde kaş göz oyunlarını vurgulamaları ve gülümsemeyi ararım."

Bu kadar sık mektup yazarken ve mektup beklerken bile şu cümlelerini okuyunca bir garip oldum.

"Çok az yazıyorum, ama benim kusurum yok bunda. Çoğu zaman ağzım dikili. Başka türlüsü elimden gelmiyor."

Antoine hem annesine hem de arkadaşına öylesine düşkün ki. Bu düşkünlüğünü ve sevgisini her fırsatta  ifade ediyor.

"Size nasıl büyük bir gönül borcuyla bağlı bulunduğumu, bana nasıl anılarla dolu bir ev verdiğinizi bilemezsiniz. İlk bakışta hiçbir şey duymayan, vurdumduymaz biri gibiyim. Oysa, var gücümle kendimi savunmaktan başka bir şey yapmıyorum. "

"Anneciğim, Fransa'da çiçeklerin açtığı söylendiğine göre, hemen gidip çiçek açmış bir elma ağacının altına oturun. Ve benim için, uzun uzun bakın çevrenize. Her yan yemyeşil, şipşirindir mutlaka, çimenler bitmiştir... Yeşilden yoksunum, yeşil tinsel bir besindir, yeşil insanın davranışlarına yumuşaklık, gönlüne erinç verir. Yaşamınızdan bu rengi çıkarın, kupkuru, kötü yürekli bir insan oluverirsiniz. Yırtıcı hayvanların karanlık kişilikleri, diz boyu yoncalar arasında varıp yuvarlanamayışlarından geliyor olmalı. Kendi payıma, ağaca benzer bir şeye rastlayınca hemen birkaç yaprak koparıp cebime atıyorum. Odacığıma döndükten sonra, sevgiyle bakıyor, incitmemek için usulca çeviriyorum onları. İçim rahatlıyor. Yeşile boyanmış yurduma kavuşmayı ne çok isterdim."

Antoine ile ilgili beni en çok üzen ve bunaltan şey Faslılar hakkında söyledikleri cümleler. Bu kadar edebi bir yönü olan bu adamın insan sevgisinin daha fazla olması gerekirken aşağıda yazan türde cümleler çok garibime gitti.

"Buradaki insanlar öylesine can sıkıcı ki, hiçbir şey düşünmüyorlar, ne üzüntülü, ne de sevinçliler. Senegal onları benliklerinden yoksun bırakmış. Bir şeyler düşünen, acıları, sevinçleri, dostlukları olan insanların düşünü kuruyorum. Burada kafalar öylesine külrenkli ki. Fas gibi, umut kırıcı, zekâ yönünden genişliği olmayan, geçmişsiz, bakımsız, şapşal bir ülke. Sakın Senegal'i düşle meyim Koskoca günün bir tek saati bile hoş değil. Ne gündoğumu, ne de günbatımı... Ağır, külrenkli bir gün ve hemen ardından, nemli gece..."

Ve "bugün hava güzel" diyememek beni umutsuzluğa düşürür, çünkü bu söz bir sürü şeyi anlatır.

Mektup ve günce türünde okumayı seven bir insansanız yahut yazara ilgi duyuyorsanız kitaba bir göz atabilirsiniz.


1 Ocak 2024 Pazartesi

Tek Odalı Ev Rukiye Yeğinol

Tek odalı ev kütüphanede rastladığım minimalist kapak tasarımı hoşuma gittiği için aldığım bir kitaptı. Kitaptan çok fazla bir beklentim yoktu. İlk öykü beni bir türlü içine almadı. Bir kaç kez okudum bıraktım. Kitap teslim mesajı gelince son kez elime aldım ve en son hikayeyi okudum. Ve çok ama çok sevdim. Derken kitabı karıştırdım 5-6 öykü daha okudum ve çok sevdim. Yazarın yazış tarzı yüzünden mi bilmiyorum ama bana nedense Italo Calvino'yu anımsattı. Bazı öyküleri bir kaç kez okudum. Sonra kitabı üzülerek iade ettim. Tarihini uzatabilirdim ama kendi kütüphaneme almak ve onu okumak istedim. Hem de bir kitabı beklemek ne hoş şey. 
Kitap on yedi ayrı öyküden oluşuyor. Hani rüya görürken kendimizi bir anda bir sahnede buluveririz. Bir anda sokaktayızdır ve yoğun duygular içindeyizdir. Bir tür zihinsel bir hezeyan sizi takip eder. Olayları anlamlandırmaya çalışırsınız. Kitap boyunca bu tür duygu durumu beni takip etti. Kötü anlamda değil tabi. Başı sonu olmadan bir hikayenin içinde buluveriyorsunuz kendinizi. Ne oldu ne bitti derken bir anda karakterle bir bağ kurmuşsunuz ve öykü bitmiş. Bilmiyorum ben gerçekten çok sevdim kitabı. Kütüphaneme ekleyince tekrar okuyup bu yazı daha da ayrıntılı yazacağım.

O zaman Gerçeği Nasıl Göreceğiz? Şeyma Ünal


 25 yaş hedeflerimden biri de çokça Türk yazar okumaktı. Şeyma Ünal'ı Youtube kanalından tanıyordum. Kendisi iki sene önce Youtube'da üretkenlik konularında oldukça güzel içerikler üretiyordu. Daha sonra İnstagram'ı daha etkin kullanmaya başladı. İki çocuğu var ve bir anne influencer. Benim ilgi alanıma hitap etmediği için takipten çıktım. Kitabını görünce eski bir arkadaşımı görmüş gibi sevindim ve merak edip aldım.  

Kitabın konusu: Kitaptaki tüm öykülerin baş kahramanı küçük kızlar. Biz küçük bir kızın o naif kırılgan ve neşe dolu penceresinden dünyaya bakıyoruz. Çocukluk anılarından yola çıkarak yazarın hayatla ilgili vardıkları kanaatleri de okuyoruz. Kimi zaman bir yaz öyküsü, kimi zaman kalbi kırılan bir kızın iç dünyasını görüyoruz.  Sakin öyküler. Sanki oradan buradan duyduğumuz hikayeler. Sanki kendi çocukluğumuzun öyküleri. Kitap yazarın ilk kitabı olması sebebiyle bazı eksikliklere sahip. Bazı cümleler çok uzundu. Bazı ayrıntılar öykünün akıcılığın bozuyordu. Ama yine okuduğuma sevindiğim bir kitap oldu. Yazarın tekrar bir kitabı çıksa alır  ve merakla okurdum.