26 Ekim 2022 Çarşamba

Gölgeye Övgü

                       


Kitapla Tanışma Hikayem: Japonya çocukluğumdan beri ilgi duyduğum sevdiğim bir ülke. Bu kış Japon klasikleri okumaya karar verip 16'lık bir set aldım. Bu setten okuduğum üçüncü kitaptı. 

Kitabın Konusu: Tanizaki modernleşen dünyayı karanlık ve ışık üzerinden, Doğu ve Batı toplumlarının ilerleme karşısındaki reflekslerini de mukayese ederek masaya yatırıyor. Yalnızca gölgeye değil, apartman çatıları, tuvaletler, lambalar, kâğıt ve yemek takımı gibi günlük hayatta üzerine pek kafa yormadığımız şeylere, gösterişli olmayana kendine has üslubuyla dikkat çekiyor.
Kitap Japon kültürüne ait olguları aydınlatma, yemeklerin konduğu kaplar, lavaboların imarı gibi gündelik Japon yaşamından ayrıntıların üzerine eğiliyor. Kendi kültürünün derinliklerine inerken bir yandan güzelliklerine değiniyor. (Tanıtım bülteninden)

Kitap hakkında görüşlerim: Kitapta hoşuma giden kısımlardan biri de lavabo ile ilgili olandı. Açıkçası çok komiğime de gitti. Yazar batıda tuvaletin utanılası bir kavram olduğunu, bu yüzden izbe ve nahoş tuvaletlere dikkat çekiyor. Açıkçası tuvalet demek bile hoş karşılamayıp lavabo diyen bir milletiz. Oysa Japonların geniş pencereli, güzel manzaralı doğa ile iç içe genelde evlerin dışında olan lavabolarından bahsediliyor. Bu kısım çok ilginç geldi.
Kitapta geçen dolma kalemi ilk Japon’lar bulsa Ne olurdu? Kısmı çok ilgi çekiciydi. Küçük değişikliklerin, devasa boyutta sonuçlar doğuracağı çok güzel ifade edilmişti.
Fakat kitabın devamında ki bölümlerde sürekli aynı düşünce tarzının  tekrar etmesi  -filanca şeyi biz icat etseydik şu anda kültürümüz şöyle olurdu- okuma tempomu düşürdü. Yazarın aşırı milliyetçi bir tavrı olduğu vehmine kapıldım. Bir yerde fanatiklik beni ürkütüyor ve yazara karşı ilgimin solmasına neden oluyor.
Kitapla ilgili hoşuma giden şeylerse yazarın nüktedan (bence) dili ve küçük ayrıntıların Farkına varması ve bunu okura hoş bir şekilde anlatmasıydı.
Tüm olumlu ve olumsuz yorumlarıma rağmen üzerinde konuşacak ve tartışılacak bir kitap olduğunu düşünüyorum. Tabi Japon kültürüne ilginiz varsa...

Alıntılar

"Ancak biz göremediğimiz şeyler hakkında düşünmeyiz. Göremediğimiz şeyi hiç var olmamış sayarız."

Bütün bunları yazmamın sebebi, muhtemelen edebiyatta ve sanatta, hala kurtarılacak bir şeyler olduğunu düşünüyor olmam. En azından edebiyat için kaybettiğimiz bu gölgeler dünyasını tekrar hatırlatmak isterim. Edebiyat denen kutsal yerin saçaklarını uzun ve böylece duvarlarını gölgeli yapıp apaçık gözüken şeyleri gölgeye saklamak, gereksiz süslemeleri ise söküp atmak istiyorum.


Elbette, çoğunlukla "zamanın pırıltısı" olarak dillendirilen şey de esasında ellerimizdeki kirin ışıltısı. Çincede "şutaku", Japoncada "nare" diye bir kelime var. Bu kelimeler insan elinin uzun yıllar objeyi değmesi sonucu içine doğal olarak işleyen yağı yani "kiri" anlatıyor. Başka bir deyişle bu ışıltının "parmak izimiz" olduğuna şüphe yok. O hâlde "zarafet soğuktur" nüktesine benzer şekilde "zarafet kirlidir" demek de mümkün.

İyi de neden karanlığın içinde güzellik arama eğilimi sadece Doğulularda güçlüdür?

Biliyorum, kendi kendime sızlanmaktan ve imkansızı istemekten öte bir şey değil yaptığım.

... en yazından pratik icatlar bağımsız bir yol izleyebilseydi; bunun günlük hayatımızda hatta devlet, din, sanat ve sanayi üzerinde büyük bir etkisi olurdu. Doğu kendine has bir evren inşa etmiş olabilirdi.





23 Ekim 2022 Pazar

Zarf

 




Kitapla Tanışma Hikayem: Kuzenlerimden biri Tarık Tufan, Ali Lidar ve Haydar Ergülen'in  sıkı takipçisidir. Bana da her zaman tavsiye eder. Kütüphanede görünce hemen aldım. Açıkçası kitabın kapağı da çok hoşuma gitti. O masum çocuksu çizim, kitabın ismi mektup sever ruhuma hitap etti.

Kitanın Konusu: Kitap ilk başta Posta Kutusu dergisinin 2004 yılı kış eki olarak hazırlanmış. Daha sonra 12 şiir daha eklenerek yayına verilmiş. Mektup ve zarf  kavramlarını temel alarak insanın yüreğine dokunan şiirler barındırıyor. Kitap iki kısımdan oluşuyor. İlk kısım Zarf. Zarf kısmında daha çok kıs şiirler yer alıyor.Kitabın ikinci kısmın olan ''Mazruf' kısmında daha çok nesire yakın uzun cümlelerin olduğu serbest şiirler barındırıyor. 

Kitap İle İlgili Yorumum: İlk kısmı ise bana Ziya Osman Saba'yı çağrıştırdı. .Çocuksu bir masumlukla kurulan uyaklar yüzünden olsa gerek. Bazı yerlerde yazarın mektup yazmanın gerçek hissine ulaştığını düşündüm. Mektup yazmayı, okumayı çok seven biri olarak kitabı çok sevdim. Kitabın ikinci kısmı bana pek hitap etmedi. Çünkü nesre yakın şiirleri oldum olası sevemedim. İkinci kısım uzun upuzun cümlelerin birleşmesi ile oluşan şiirleri barındırıyordu.

Alıntılar:

Kâğıdı kıskanıyorum çoktan ayrıldı birbirinden gövdemle ruhum biri acısa duymuyor diğeri kâğıtsa ruhuna kadar gövde gövdesine kadar ruh

Kalemin efendisi sanıyorum kendimi savaş açıyorum kâğıda doldurduğum her kâğıt, oysa yeniden yazıyor yenildiğimi

Kalem, kâğıtla mektubun arasını açtığından beri ne mektuba inanıyor kâğıt ne de seviyor kalemi

Mektup yazar mıydım hiç annem olmasaydı şiiri arar mıydım bu dünyada eğer anne sıfatında çıkmasaydı karşıma görünce anladım, şiir anneymiş gerisi zarf ve bir kaç süslü söz anneler olmasaydı şiir de olmazdı mektup da

tek iyiliktir şiir hem şiir değilse nedir arkadaşlığın en güzel hâli, ve arkadaşlık değilse nedir şiirin ta kendisi?

Gelecek, bir posta kutusu sayılır romantiklerin durmadan mektup gönderdiği hayallerse mektup açacağı gibidir

Kardeşlik yazıyorsa bir zarfın üstünde adresi bellidir, Türkiye'dir halkın el yazısı güzelleştirir alınyazısını da çünkü kardeşim diye başlayan mektup ölüme değil, hayata gönderilir...

21 Ekim 2022 Cuma

Bir garip Şiir Kitabı: Şenayi


Kitapla Tanışma Hikayem:Kör Randevu( Kütüphaneden rastgele aldığım kitaplarla nasıl tanıştığımı soranlara kör randevuda tanıştım diyorum) Kapak tasarımı çok hoş değil mi? İsmi de pek manidar geldi.

Kitabın konusu: Muhtelif konular bolca Arapça, Farsça kullanılarak beyitler halinde yazılmış. Kitabı iyice anlamak için bir Osmanlıca gözlük gerekiyor.


Kitapla ilgili yorumum: Kitabın ilk kısmındaki şiirlerde  fazla Osmanlıca kelime kullanılmış. Yazar neden bu kadar fazla kullandı bilmiyorum. Divan edebiyatından bir mesnevi okuyorum hissine kapıldım. Bir yandan da sadece  yüzyıl kadar önce dedelerimizin konuştuğu dili anlamamak içimi çok  acıttı. 

Yazarın ilk kısımda dilini anlamamanın verdiği  can sıkıntısı ikinci kısımda dağıldı. Günümüz Türkçesi ile yazılan  şiirler pek hoş. Aklıma Orhan Veli’yi getirdi.


Alıntılar:


yok ya penceremde nane ve kekik buğu

bir buluta bezeyip düşümü unuturum


akşam,..

herhangi birinin kucağına atılmış kuru çiçekler gibi düştü üzerime

bugün de yaşadım yani


ah, mutlusunuz!

bari hava böyle olmasa...


 

Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz



Kitapla Tanışma Hikayem: Kör randevu. Kütüphanede gezerken kapağını görünce hoşuma gitti.
 Sait Faik hissi aldım biraz. İsmi Cemal Süreyya'nın bir şiirini anımsattı hemen aldım. Yazardan okuduğum ilk kitaptı. Adını daha önce hiç duymamıştım.

Kitabın Konusu: Yalnız başına yaşayan Feridun hangi güne uyanırsa uyansın yapacağı ilk şey arkadaşı Gero'nun mekanına gidip rakı içmektir. Bir gün bir pazar sabahı annesinin cenazesi için otobüs beklediğini söyleyen Ali Rıza Kaptan gelir. Ali Rıza Kaptan garip adamdır. İlginç öyküler anlatılır. Denizcilikle ilgili en sevdiği şeylerden biri de seyir defteri tutmaktır. Feridun ve Gero'da bu garip adamın peşine takılıp denizlere sefer etmeye niyetlenir. Fakat işler planlandığı gibi gitmez. 

Kitap hakkındaki Düşüncelerim: Okurken özellikle ilk bölümün sonundaki ters köşe hoşuma gitti ama kitabın devamın olaylar gittikçe ilginçleşmesi gerekirken bence enteresanlığını yitirdi. Artık bitsin şu kitap diye ite kaka okudum. Karakterlerin değişken ruh halleri yüzünden mi yoksa hiç bir şekilde bağ kuramayışımdan mı bilmiyorum. Bi türlü ısınamadım bazı karakterlere. Kitabın son sayfasın evet şimdi anlam kazandı derken yine bir cümle ile kafam karıştı. İlginç bir deneyimdi benim için. Belki Sait Faik beklentisi ile okumasaydım daha çok zevk alabilirdim.

Alıntılar:
''...yüzemeyen bir geminin kamarasında yaşamak gibi...
''İnsanı zamanın dışına taşıyan bir duruşu var''
'' Deliysen denizci olursun. Delirdikten sonra denizci olman bir şey ifade etmez.''
''Doğru adres var mı, dedim. Biz postacı değiliz, dedi.''

1 Ekim 2022 Cumartesi

Gece Yarısı Kütüphanesi

Kitapla Tanışma Hikayem:Her yerde görmekten, sürekli ismini duymaktan bıktığım bir kitaptı gece yarısı kütüphanesi. Hatta öyle ki kitap kulübümüzle bu kitabı okumak istediklerinde içten içe bir korku hissettim. Ay yoksa sadece herkesin okuduğu kitapları okuyan alelade bir grup mu diye. Ama sonrasında kitabı vaktinden önce okurken buldum kendimi. Konusunu intihar eden bir kadın hakkında olduğunu öğrenin hemen başladım. İntihar düşüncesi zihnimin odalarında bir kenarda oturur hep. Ben onu öylesine kanıksamışımdır ki. Evinize gelen ve bir zaman sonra evin bir ferdi olan, dolabı rahatça açan, kirli sepetine kıyafetini bırakan o garip misafirler gibi. Böyle bazen iyi günümde bile yoklarım kendimi. Ama o orada öylece durur. İşte kitapta bu konuya değinince hemen okudum.

Kaç kitapla hayatım değişti anlatamam yaşamımın her döneminde debelendiğim yerden beni çıkaran bir kitap olmuştu. İşte sevgili Matt Haig'in gece yarısı kütüphanesi benim için öyleydi. Kitap boyunca tekrar eden olgular, çok sevdiğim Slyvia Plath'ın pekte bilinmedik incir ağacı alıntısına yer vermesi tabiri caizse kitabını o incir ağacı üzerine kurması çok hoşuma gitti. 

Kitabın Konusu: Nora Seed'in hayatı yokuş aşağı gitmektedir. Patronu üzgün suratı ile müşterileri kaçırdığını iddia ederek işten ayrılmasını söyler. Çok sevdiği abisi ile araları kötüdür. Çünkü gençliğinde abisi Joe ve bir kaç arkadaşı ile birlikte kurdukları labirentler isimli müzik grubunu bırakmıştır.  Onu çok seven ve ona aşık olan Dan'ı evliliklerine birkaç gün kala terk etmiştir. Çocukken muazzam dereceleri olan yüzmeyi bırakmıştır.  Çok sevdiği bir zamanlar çok yakın olduğu arkadaşının teklifi olan balina gözlemciliğinden de son dakika vazgeçmiştir. Nora'nın yaşamında ki tüm bu pişmanlıklar ve pişmanlıklarının vermiş olduğu acı yetmezmiş gibi bir de çok sevdiği kedisi ölür. Bunun üzerine kaçırılmış fırsatlarla dolu olan bu yaşamında hiç kimsenin ona ihtiyaç duymadığını ve kimse tarafından sevilmediğini düşünen Nora intihar eder. Fakat kendini bir kütüphanede bulur. Raflarda sıra sıra dizilmiş onlarca olasılık keza onlarca yaşam onu beklemektedir. Her bir yaşamı deneyimleme hakkına sahip Nora eğer bir kez olsun gittiği yaşamda pişmanlık hissederse hemen o yaşamdan çıkıp kütüphaneye geri döner. Kitap boyunca Nora'nın yaşamlar arasında gidip gelmesini her bir pişmanlığını telafi etmeye çalışmasını okuyoruz.

Kitap hakkında Düşüncelerim:Kitabın ilk başında yapılan Slyvıa Plath'ın İncir ağacı meteforu beni ilk anda kitaba bağladı. Çünkü Slyvıa Plath ile ruhlarımızın aynı parçadan yapıldığını düşünürüm. Her şey olmak isteyen Plath bir gün olamadığı tüm yaşamların acısını bastırmak için kendi canına kıyar. Keşke gerçekten kök bir yaşam olsaydı da Slyvıa kök yaşamına geri dönebilse ve mutlu bir yaşam sürseydi.

Kitabı sevmemin en temel sebebi romantize etmeden gerçeklerle yoğrulmuş konuları ele alış biçimiydi. İlk başta Nora'nın nasıl karşısına bu kadar çok fırsat çıkar ve hepsini özenle teper diye düşünürken aklıma kendi yaşamımı geldi. Bende okul tercihlerimden tutunda kariyerimde önüme çıkan büyük fırsatları tepmemi düşününce hak verdim. Ama isteyerek ama dış etkenler sonucu  yaşamımda kaçan o kadar balık var ki. Ben onları kaçırdığım için büyük yoksa büyüme döneminde bir yavru mu olduğunu bilmiyorum. İşte kitapta var olan kaçırdığımızı sandığımız balıkların aslında o kadar büyük olmadığı düşüncesi beni memnun etti. Aslında büyük ve küçüklük bile görecelidir. Karnımızın açlık veya tokluğuna göre balığın boyutu değişir. Balığın lezzetine göre bile değişir tadı.

Kitapla ilgili en sevdiğim ikinci olgu yaşamı bazen anlamaya çalışmanın gereksiz olduğu sadece yaşayıp gitmen gerektiğiydi. Aklıma Tarkovski'nin ''Sürekli bir anlam ararsan gerçekleşmekte olan her şeyi ıskalayacaksın.'' sözü geldi.

Kitapla ilgili beni saran bir diğer şey aslında yaşamlarımızda farkında olmadan bile ne kadar çok insanın yaşamına dokunduğumuzdu. Mesela Nora'nın arada çiçeklerine baktığı bazen ilaçlarını aldığı bir komşusunu etkilemesi gibi. Yaşlı adam Nora'nın komşusu olmadığı başka bir yaşamda huzurevinde mutsuz bir hayat sürmektedir. Nora onu evine bağlayan bir ipliktir. Yahut Nora'nın babasının hayalini gerçekleştirmeye çalıştığı bir hayatta annesinden uzaklaşır babası bir kadın bulur ve Nora'nın annesi mutsuzluktan alkolik olup erkenden ölür. Oysa Nora'nın kök yaşamında(asıl yaşamında) annesi daha uzun yaşamış ve alkolik olmamıştır. Bu tür insan yaşamlarına dokunmak yaşamamız için gerekli güdüyü sağlıyor aslında. Bazen kendimi karanlık bir boşlukta hissediyorum. Karanlıklar içindeyim ve ne benim bir huzmecik ışık kaynağım var ne bir başkasının. Bazı ateş böcekleri gibi ışık saçarken bir başlarının yaşamını ışıkla doldururken ben kendi karanlığımda savrulup duruyorum. Kitabı okuduktan sonra şu anda görüşmesem bile bir zamanlar yaşamına ufakta olsa dokunduğum insanları düşündüm. Özellikle üniversite zamanı özel ders verdiğim öğrenciler. Beni çok severler bir abla gibi sorunlarına ortak olmalarıma izin verirlerdi. O zamanlar çok sıkı ilişkilerimiz vardı ve yaşamlarına nasıl dokunduğum hakkında her diam minnetlerini ifade ederlerdi. Çoğu zaman kendimden feda edip onların iyi bir insan olmaları için çabalar zaman ayırırdım. Sonra araya zaman girdi ve birçoğu ile bağım koptu. O zaman insan ilişkilerinin nasıl da soyut olduğunu anlamıştım.

 Kendi kendime keşke demiştim. O zamanlarımı en azından bir beceri edinmekle geçirseydim. Yahut taşı taş üstüne koysam bir çeşme, bir anıt yapsam en azından ''İşte Nil bak sen bunu yaptın! Ne güzel oldu!'' diye öğünürdüm kendi kendime diye hayıflandım. Ama bu kitabı okuyunca bu duygum kayboldu. En azından bir zaman bir yerlerde bir şeyler yaptım dedim kendime.

Kitapla ilgili en dikkatimi çeken diğer bir şeyse Nora'nın gerçekleşmediği için acı ile kıvrandığı  tüm o hayallerin aslında Nora'nın hayali olmaması. Kimi abisinin, kimi babasının. Ne garip aslında hiç istemediğimiz bir şeyin gerçekleşmediği için acısını duymamız. Bu farkındalık pişmanlıklarımı ele almama sebep oldu. 

Alıntılar 

 -Hiçbirimiz dünkü insan değiliz.

-Ne kadar dürüst olursan ol, insanlar ancak kendi gerçeklerine en yakın olan şeyleri görebilir.

-İnsanlar şehir gibiydi. Bazı kötü yönleri var diye bütün şehirden nefret etmezdiniz. Sevmediğiniz yanları, birkaç tane tehlikeli ara sokağı ve mahallesi olabilirdi ama bir şehir yaşanır kılan şey iyi yönleriydi.

-Hayatı anlaman gerekmiyor. Yaşaman yeterli.