10 Eylül 2023 Pazar

Dün- Agota Kristof


Kitapla Tanışma Hikayem:
Bazen rastgele kitaplar alıyorum. Adını duymadığım kapağı ve adı bana hitap etmeyen. Benim için sürpriz bir yumurta gibi onlar içinden ne çıkacak acaba.

Kitabın Konusu: Tobias annesiyle yaşayan babasının kim olduğunu bilmeyen yoksul bir çocuktur. Annesi köylülerle yatar karşılığında un mısır vs alır. Tobias mutludur çünkü o yaşamın diğer türlüsünü bilmez. Tobias okula başlar. Ona çöreğini veren, onunla konuşan Line ile tanışır. Fakat bir gün ailesi hakkında bir sır öğrenir ve bir daha geri dönmemek üzere köyü terk eder. Başka bir ülkeye girer fabrikada işe başlar adını ve geçmişini değiştirir. O anne babası savaşta ölmüştür bir kimsesizdir. Adı da Sandor Lester'dir. Bu haliyle yeniş bir yaşam kurar. Bir gün yaşamı geçmişten gelen biri ile değişir.
Kitaba yorumum: Bu kadar kısa ve yoğun bir kitap okumak öyle güzel bir zevkti ki. Rüya görmeyi ve rüyalar hakkında okumayı seven biri olarak bölümler arasına serpiştirilen rüyalar çok hoştu. Yazarın sihirli sözcükleri kitaptan çıkıp beni çepçevre sardı. Bende Tobia ile beraber kaçış macerasına katıldım . Bende gün boyu aynı işi yaptığın fabrikanın içinde aklıma kaybedecek gibi oldum.
Spoiler: Yaşamda bazı insanlarla olmak kaderimizde oluyor ne kadar kaçarsak kaçalım kendimizi onların yanı başında buluveriyoruz. Ama bazı insanlarda birbirlerini ne kadar severse sevsinler bir araya gelemiyorlar. Bence sevgiden önce saygı geliyor. Bir aşkın insana her şeyi yapabilme izni vermesi diye bir şey yok. Aşık olup aklı başından gidip karşındakine her şeyi yapmak neticede bunu aşkına bağlayıp masum tavırlarına girmek bence mantıksız. Maalesef bu algı film ve dizilerle o kadar işlemiş ki insanlara. Aşkından döven, aşkından kıskanıp kavga çıkaran bıçak çeken insanlar var. Kitabın ikinci bölümü aklıma uğultulu tepelerdeki sağlıksız ilişkiyi getirdi. Netice de ikisini de harap olduğu bir yaşam.
Son olarak son zamanlarda ana karakterlerden ziyade yardımcı karakterleri düşünür oldum. Kitapta Sandor'u anlayıp sevsem de kitabın sonunda kızına eski aşkının ismini vermesi beni sinir etti. O çocuk geleceğe gidiyor. Oysa sen onu bir isimle geçmişe bağlıyorsun.

Elbette. Bir yerlerde varolduğunu biliyorum. Dünyaya gelişimin tek bir nedeni var: Onunla karşılaşmak. Bu durum onun için de geçerli. O da dünyaya yalnızca benimle karşılaşmak için gelmiş. Adı Line, benim karım, aşkım, hayatım. Onu hiç görmedim.


Kısa süre sonra, düşünecek bir şeyim kalmıyor, yalnızca artık düşünmeyi istemediğim şeylerle baş başa kalıyordum.
Şimdilerde umudum çok azaldı. Önceleri arayış içinde durmadan yer değiştiriyordum. Bir şey bekliyordum. Ama ne? Bilmiyordum. Hiçbir fikrim yoktu. Ama hayatın, olduğundan farklı olamayacağını düşünüyordum, yani hayatın adeta hiçbir şey olduğunu. Ama hayat bir şey olmalıydı ve ben o şeyin olmasını bekliyordum, o şeyi arıyordum”
Sanırım yazı yazmak beni yok edecek.


Stepford Kadınları

 


Yeni kurduğumuz kitap kulübünde hem kısa hem etkileyici bir kitap okuyalım dediler ve kısa bir araştırma sonucu bu kitaba karar kıldık.

Kitabın Konusu: Joanne Eberhart iki çocuğu ve kocasıyla beraber rüya gibi bir kasaba olan Stepford'a taşınmıştır. Harika bir ev, temiz bir kasaba. Şehrin canlı kanlı sokaklarını özleyeceğini bilir Joanne. Ama böylesi temiz ve nezih bir semt karşı konulması güçtür. Başlarda sıradan bir kadının sıradan bir hayatı gibi başlar kitap. Joanne kütüphaneye gider çok sevdiği fotoğraf çekme işine başlar. Ama oturup bir kahve içip sohbet edecek bir dostu yoktur. Ne zaman kadınlardan birine bunu teklif etse işinin başından aşkın olduğunu söyler kadınlar. Cilalaması gereken parkeler olduğu, parlatması gereken camlar olduğunu söylerler ve geri çevirirler. Joanne kocasının "Erkekler Kulübü'ne" katılmasıyla iyice bilenir. Bu kasaba kadınların güzel giyindiği, sürekli temizlik yaptıkları haliyle zaten erkekler için bir cennetken birde kadınların dahil olmayacağı bir kulüp vardır. Joanne elleri sıvayıp bir kadın kulübü kurmak ister. Bobbie ile tanışır ve kadınlardaki bir takım tuhaflıkları fark eder.

Kitaba yorumum: Ev işleri gerçekten insanın beynin ele geçiren kötücül bir hastalık gibi. Eğer bakmaya devam edersen görmeye devam edersin. Görmeye devam ettikçe temizlik yapar ve asla temizliği bırakamazsın. Büyük anneannem "Evin işi kapını kapatana kadar bitmez. Bazen kapıyı kapatacaksın." derdi. Aslında Anadolu'nun bir köyünde oldukça ataerkil bir ortamda yetişmesine rağmen hem büyük annem hem de anneannem evinin kapısını kapayıp kendilerine vakit ayıran türde insanlardı. Kadınların bunun bilincinde olması o kadar önemli ki. Sonra yıllar geçince yaşamının en güzel günlerini lavabo sürterek harcamanın verdiği bir burukluk oluyor. Gerçi temizlik yapmanın insanı rahatlatan bir yönü var ama her şey gibi bunun da aşırısı insan için zararlı.

Kitap boyunca bu düşünceler bana eşlik etti. Ben bu kitaba benzer bir film izlediğim için az çok olanları tahmin ettim. Bu yüzden kitap boyunca gerilimi hissetmedim. Ama kitabı okuyan arkadaşlarım bir hayli gerilmiş. Gerçi sıradanlıklara gizlenmiş gizem ve gerilim unsuru insanı daha çok etkiliyor.

Kitabın yazıldığı tarih göz önüne alındığında (1972)gerçekten başarılı bir yapıt. Ben yazarın kadın olduğunu zannetmiştim ama erkekmiş. Bu beni daha çok etkiledi. Yazarın diğer kitaplarına mutlaka göz atacağım.

Spoiler:

Kitabın sonundaki kovalamacının ardından kadının yorulması ve inandığı tüm şeyin bir uydurmaca olduğunu kendine ikna etmeye çalışması benin için en vurucu kısımdı. Yaşamımız boyunca ne çok yerde uğruna savaştığımız şeylerin anlaşılmaması yüzünden pes edip diğerlerinin rağbet ettiği şeye yöneldiğimizi ve bu esnada kendimize "Doğru olan bu" diye telkinler verdiğimizi hatırlattı.

Joanne'nin sahip olduğu yegane dostunu kaybetmesi gerçekten üzücüydü.

Joanne'nin çok güvendiği ve her şeyini paylaştığı eşinin onu olduğu gibi kabul etmeyişi onu dönüştürmek istemesi kelimenin tam anlamıyla rezaletti. Başta bu kadının böyle olduğu belli değil mi? Eğer kendine ev işlerine aşık kocasına tapan bir kadın istiyorsan git öyle biriyle evlen. Üretmek isteyen yaşama bir şey katmak isteyen zeki kadınlarla  evlenip üstüne bunu hor gören erkekler yok mu? Beni sinir ediyor. Ablam hep der "Sen akıllı olacaksın ama bunu erkeğin bilmesine gerek yok."

Alıntılar

Hiç boş durmaz Stepford'lu kadınlar. Ömür boyu robot gibi çalışırlar.

Kulüp zorla değiştirilmedikçe, kendiliğinden değişmez. Ensesi kalınların kurduğu örgütlerde tatlılıkla iş yapılmaz.


15 Temmuz 2023 Cumartesi

Kör Talih Lem Stanislaw

 Konusu: Emekli astronot ilginç bir vakayı çözmek için görevlendirilir. Kükürt banyosunda esrarengiz bir şekilde ölen 11 insanın ardındaki sır perdesini aralamak için Napoli'ye gider. Ölen adamlardan biriymiş gibi davranarak ota yaşlı; atletik bir vücuda sahip olup turist olmalarıdır. Bu garip benzerlikler bir tesadüften öte midir? Öyleyse bu on bir insanı ölüme götüren ne olmuştur?

Kitapla ilgili Yorumum: Yazardan okuduğum ilk kitaptı. Solaris'i izlemiş ve ilginç bulmuştum. Filmin bir kitaptan uyarlama olduğunu bilmiyordum. Meğer bu yazarın bir kitabıymış. Yazar hakkında kitaplarının birbirinden farklı olduğu bir kitabını sevenin diğerini sevmediğini yorumlarda okudum. Ama açıkçası kitabı okurken çok zorlandım. Başlangıç kısmını tekrar tekrar okudum. Konuları bağdaştıramadım. Asıl olay bir yana bir sürü yan olay olduğu için bir  şeyleri takip etmek zordu. Yine de yer yer zekice anlatımlara sahip olsa da okurken keyif almadığım sadece bitirmek için zorladığım bir kitap oldu. Sonu da beni aşırı derecede şok etmedi. Bir kitabına daha şans vereceğim.

Boşanmış Kadın Hüseyin Rahmi Gürpınar



Konusu:
Kitap kocasından kaynanası yüzünden ayrılan Akile'nin pişman olup eşi Mail'e mektup yazması ile başlar. Burada kaynananın nasıl biri olduğuna az çok şahit oluruz. Kaynana Akile'yi ilk başta oğluna almak için kırk takla atmış fakat sonrasında gelinine hayatı cehenneme çevirmiştir. Akile kaynanası yüzünden kocasıyla kavga eder be bir şekilde boşanırlar. 6 ay boyunca birbirleri ile görüşmezler Fakat en sonunda Hem Akile hem Mail bu duruma dayanamaz tekrar bir araya gelme planları yaparlar. Fakat bu şirret kaynanayı alt edip tekrar saadete erebilirler mi? Neyse ki Akile'nin aklına harika bir fikir gelir.

Kitap Hakkında Yorumum: Hüseyin Rahmi çok sevdiğim bir yazardır. Nüktedan ve eleştirel dili beni kendine çeker. Hem gülerek hem de düşünerek okurum kitaplarını. Pek çok kitabı yeniden basımlarla çok satmış ve kitlelerce tanınmıştır. Fakat boşanmış kadını daha önce hiç bir yeni basımda görmemiştim. Görece daha az meşhur bu kitabı hemen okumaya başladım.

Kitap oldukça keyifli bir önsözle başlıyor "Birkaç mektuptan meydana gelmiş şu hikâyeciği evlenmem den sonra doğacak kızımın kaynanası olacak hanıma armağan ediyorum." diye başladığı önsözü “bu ro manda üstünlüğü gelin hanıma kazandırdığımdan dolayı kızımın kaynanası bana gücenir, bundan doğan öcünü de kızımdan çıkar maya kalkışırsa şu hareketiyle kaynanalığını pek yersiz göstermiş, onun için de muharrire büsbütün hak kazandırmış olur.” Diye bitiriyor. Okuduğum en keyifli önsözlerdendi

Genelde Hüseyin Rahmi çok ağdalı bir dil kullanır. Nerdeyse her paragrafta ayrı bir düşünceyi alt eder. Ama burada tek bir yergi vardı. Kitabın geneli sakin geçti. Okurken bir Hüseyin Rahmi romanı okumuyormuş gibi hissetim. Belki de sürekli etrafımda bu tarz kaynana gelin çatışmasına sahip olduğum içindi. Fakat sonunda Hüseyin Rahmi kıvrak zekası ile hikayeyi öyle güzel bitirdi ki okurken hissettiğim o his kaybolup gitti. Kitap kısacık 33 sayfa hemen okunup bitiyor. Tavsiye ederim

15 Mart 2023 Çarşamba

İşin Aslı Judit ve Sonrası

 

 
Kitabı anlatmaya nereden başlamalıyım bilmiyorum. Öylesine çok sevdim ki kitabı. Konusuna bakarsak oldukça yalın burjuva bir ailede yetişmiş bir adamla daha alt kademe zenginlikte olan bir kadın evlenir. Kadın kocasını çok severken adam oldukça soğuk ve mesafelidir. Hatta bir gün gelip artık nereye kadar devam edeceklerini sorar. Kadın adam için çabalamaktan vazgeçmez. Oysa ki adamın gönlünde başkası vardır. Kitabı üç kısımda okuyoruz. İlk kısımda kadının ağzından. Kadın bir kafede arkadaşına başından geçenleri anlatır. Kocasıyla boşanmıştır. İkinci kısımda adam bir barda arkadaşına anlatır. Zaman biraz daha geçmiştir. En son kısımda aldattığı kadınının ağzından dinleriz olayları. O da bir otel odasında sevgilisine anlatmaktadır yaşadıklarını.
Kitabın ne kapağının ne adının bir albenisi var. Konusu duyunca çok yavan bile gelebilir oysa şu ana değin beni bu denli etkileyen bir kitap olmadı. Olayları işleyişi, bir  duyguyu farklı örneklerle açıklayışı. Öylesine güzeldi ki. Okumanın zevkine vardım. Kitabı yaşadım ve ilk defa gözyaşları ile bir kitabı okuyamadım. Ama bunun içinde bulunduğum hassas dönemden de kaynaklanabileceğini düşündüm. Yorumlarına bakınca herkes benimle hemfikirmiş.
Kitap yalnızca kadın erkek ilişkilerini değil, toplumsal sınıfları, kültürü; savaşı, insan ruhunu anlatıyor. 
Buradan sonrası kitabın içeriği hakkında ayrıntılı bilgi içerir. 
Kitaba okumaya başlarken konuyu bilmediğim ve tüm kitabı kadın anlatıyor zannettiğim için kadın kahramanla çok bağ kurdum. Diğer kahramanlara mesafeli yaklaştım. Her bölümü sanki gerçekten o karakterin ağzından dinledim. Yazar nasıl bu denli ayrıntılı ve farklı zihin dünyaları inşa etti bilmiyorum. 
Kadına bir gün kocası minderlerin renklerinin gözlerini yorduğunu ve hemen çarşıya çıkıp mevsime uygun kılıflarla değiştirmesini söyler. 

''O kadar da kalın kafalı değildim, ne demek istediğini gayet iyi anlamıştım. Doğrudan, açık açık söylenemeyecek bir şeydi bu: Onun zevkiyle benimki arasında bir fark olduğunu, her şeyi becerebilsem, her şeyi öğrenmiş olsam ve onun gibi orta sınıftan sayılsam bile aslında başka bir dünyadan geldiğimi ifade etmek istiyordu. Benim etrafımdaki her şey onun alışık olup sevdiğinden bir parça başka, bir ton farklı renkteydi. Burjuva, bu tür ayrımlara aristokrattan daha duyarlıdır. Burjuva, ömrünün sonuna dek kendini onaylamak zorundadır. Aristokratsa daha dünyaya gelirken onaylanmıştır.''
Belki bir tek bu kısımdan kadının bu çıkarıma varması garip kaçabilir. Ama kitap boyunca adam kadını pek bir insan yerine koymuyor açıkcası. Zaten ilerleyen bölümlerde karısının bu küçük burjuva hallerini sevmediğini şu şekilde ifade ediyor:

Zengin adam hiçbir zaman toplumsal âdetlere, burjuva düzenine, görgü kurallarına ve saygıdeğer davranışlara böyle rahatsız edici bir titizlikle tutunmaz, oysa küçük burjuvanın onaylanmak için hayatın her anında bunlara ihtiyacı vardır; gelir düzeyiyle paralel yükselen ev masrafları, giyim kaideleri ve toplum hayatının kuralları konusunda büyük bir özenle defter tutan büro müdürü buna örnektir.
..........
Küçük burjuva için, azizim, kültür ve onunla bağlantılı şeyler yaşanmışlık değil, bilgidir.

Kadının düşünce sistemi bana adamdan daha mantıklı geldi. Adam bir kitap okur ve hayatın anlamını bulduğunu söyler. Kadına bu mantıksız gelir ve içinden şöyle geçirir.

Ben öyle "büyük soruları" sevmem, bana öyle gelir ki, bir insan daima küçük küçük binlerce soruyla çevrilidir ve önemli olan sadece bunların bütünü, toplamıdır.

Bende böyle düşünüyorum. Adamın hep kendinden emin halleri beni çok ama çok bunalttı.
Bir gün kadın kocasının garip bir yazar arkadaşı ve onunla oynadıkları ilginç oyunu görür. 

Hani derler ya, tepeden tırnağa, ruhunun bütün sırlarıyla bana ait olduğunu sandığım kocamın, bu adamın asla bana ait olmadığını, bir sürü sırrıyla bir yabancı olduğunu anladım. Sanki onun hakkında bir şey öğrenmiştim; daha önce hapse girmesi ya da hastalıklı tutkulara teslim olması gibi, geçmiş yıllar boyunca kalbimde oluşturduğum portresine uymayan bir şey.

Bir zaman sonra kocasını iyice tahlil eder.

Bir insanın kayıtsız şartsız sevilmeyi kabul etmesi büyük cesaret ister. Kahramanlık değilse bile cesaret. Çoğu insan sevgiyi ne almayi ne de vermeyi bilir, çünkü ödlektir, kibirlidir, korkuları vardır. Sevgi verdiği zaman utanır ve diğerine teslim olup sırrını paylaştığı zaman daha da fazla utanır. 

Kadının ayrılık sonrası toparlanma sürecindeki fikirlerini de çok beğendim.

Günün birinde uyandım, yatağımda doğrulup oturdum ve gülümsedim. Artık en ufak bir acı çekmiyordum ve birden, doğru insan diye bir şeyin olmadığını idrak ettim. Ne yeryüzünde ne de cennette. Öyle biri, öyle tek bir kişi yok. Sadece insanlar ve her insanın içinde bir tutam doğru insan var ama kimsede, bi-zim diğerinden beklediğimiz ve umduğumuz şey yok. Kusursuz insan diye bir şey yok ve o mutluluk veren, harikulade tek adam aslında hiç var olmadı. Sadece içlerinde ışık kadar moloz da olan insanlar...

Eskiden dünyadan bu şekilde keyif alamazdım. Yapacak başka işlerim vardı, dikkatimi başka şeylere veriyordum. Dikkatimi bir insana veriyordum ve dünyayla meşgul olacak vaktim yoktu. Sonra o insanı kaybettim ve yerine bir dünya kazandım. 

Diğer iki kahramanı çok mesafeli okuduğum için tekrar tarafsız okuyacağım.
Özellikle savaş esnasında yapılan şu muhabbet çok içime dokundu. Üç karakterin dışında kalsa bile yazar olan karakterde çok ilginçti.
"Çünkü kültür bitti. Hem de onun bir parçası olan her şeyle birlikte. Zeytin sadece bir yan tattı. Fakat bir sürü küçük tat, bir sürü lezzet birleşince, kültür denilen o harika yemeğin özünü ve gücünü oluşturur. Şimdi bu yok oluyor" dedi ve elini fortissimo işareti veren bir orkestra şefi gibi havaya kaldırdır. "Onu oluşturan unsurlar sağlam kalsa da kültür yok oluyor. Belki gelecekte bir yerlerde yine içi dolgulu zeytin satılır. Fakat bu kültürü bilincinde taşıyan insan tipi yok oluyor. İleride sadece bilgiler olacak ve bu aynı şey değil. Kültür bir deneyimdir. Güneş ışığı gibi sabit bir deneyim. Bilgi ise sadece bir katkıdır." Omuz silkti. Sonra da nazikçe ekledi: "O yüzden, en azından sizin zeytin yemiş olmanıza sevindim."


Bu hikâyenin sonu da bütün insan hikâyelerinin sonu kadar ahmakça. Dinlemek istiyor musun?
diyor bir yerde yazar.  Tüm insan hikayeleri gibi bu kitap. Ama öylesine iyi tahlil edilmiş ki. Her bir sayfanın altını çizdim neredeyse. Karışık bir kaç alıntı ile yazımı bitiriyorum. Kitabı okuduğum diğer seferlerde yazımı tekrar güncellerim.

Alıntılar

Fakat insanın hayatta, imkânsız, anlamsız ve akıl almaz olanın gerçekte sıradan ve bir o kadar basit olduğunu kavradığı anlar vardır. Birdenbire hayatın mekanizmasını görürüz: Önemli saydığımız figürler gömülüp gider, arka plandan başkaları, hakkında net bir şey bilmediklerimiz öne çıkar ve aniden, ortaya çıktıkları anda idrak ederiz ki biz onları bekliyormuşuz, onlar da tüm kaderleriyle bizi.

Anlamıyor musunuz? Güzellik bir hakaret olacak. Yetenek bir kışkırtma. Karakter ise bir suikast.

Bazen düşünüyorum da o kadar çok kitap, o kadar çok kelime var ki, düşüncelere yer kalmıyor.

Ben, evet. Şimdi anlıyorum. Biliyor musun, hayatta her şey gerçekleşmeli, her şey yerini bulmalı. Ve bu çok yavaş bir süreç. Kararların, hayallerin, amaçların pek bir faydası olmuyor. Bir evde mobilyaların kalıcı yerini bulmanın ne kadar zor olduğu hiç dik-katini çekti mi? Yıllar geçer, sen her şeyin doğru yerde olduğunu düşünürsün ama yine de içinde, bir terslik olduğuna dair hafif bir şüphe vardır, belki de koltuklar doğru yerde durmuyordur, belki de búfenin yerinde masanın olması gerekir. Ve sonra, on ya da yirmi yıl sonra insan kendini hiçbir zaman bütünüyle rahat his- setmediği, alanla mobilyanın bir türlü birbirine oturmadığı odaları gezerken birden hatayı görür, kendi kafasındaki taslağı ve odanın gizli düzenini görür, birkaç mobilyayı oradan oraya iter ve ona nihayet her şey yolundaymış gibi gelir. Ve birkaç yıl boyunca ger- çekten de odanın işte şimdi doğru olduğu duygusunu taşır. Daha da sonra, belki bir on yıl daha geçince, yine memnuniyetsizliğe kapılır, çünkü biz nasıl değişiyorsak, mekân duygumuz da değişir; insanın etrafında hiçbir zaman değişmez bir düzen olmaz. Aynısı hayat için de söz konusudur; yöntemler oluşturur ve uzun süre zaman planımızın mükemmel olduğunu düşünürüz, sabah çalışır. öğleden sonra yürüyüşe çıkar, akşam kendimizi geliştiririz. Ve bir gün gelir, gündelik akışın ancak tam ters yönde katlanılabilir ve anlamlı olduğunu fark ederiz, nasıl olup da yıllarca böyle saçma bir düzenlemeye göre yaşadığımızı anlayamayız. Böylece içimizde ve etrafımızda her şey değişir. Her şeyin bir mühleti vardır, yeni düzenin, yeni ruhsal huzurun; hatta değişim bile, günün birinde zamanaşımına uğrayacak, kendine özgü bir kanuna göre gerçekleşir. Neden? Belki günün birinde biz de zamanaşımına uğrayacağımız için. Ve bize ait olan her şey de.



.


10 Mart 2023 Cuma

Hagakure: Saklı Yapraklar


 Bu kış Japon klasikleri okuyarak geçti. Toplamda 7 kitap okudum. Biraz ara vermek istiyorum bu maratona. Okuduğum son kitabın etkisi de olabilir tabi. Aslında yayınevinin bu serisini çok sevdim. Kapak tasarımları öyle hoş ki. Birde kitabın girişine öyle güzel öyle etraflı tanıtım yazıları yazmışlar ki. Kitabın yazıldığı dönemden tutun yazarın yaşamı ile ilgili. Ama bir kaç kitapta bu durum rahatsız ediciydi çünkü bütün kitabı etraflıca tahlil ettikleri için sondaki sürpriz olan bir sahneyi bile öncesinde öğrenmiş oluyorsunuz. O yüzden bu kitabı okumaya başlarken giriş kısmı okumadım. 

Kitap bir samurayın  samurayların uyması gereken normları anlatıyor. Bir samurayın kafasına girip dünyayı anlayış biçimine tanıklık ediyorsunuz adeta diye düşünürken yazarın hayatını araştırdım. Çok zayıf  ve çelimsiz olduğu için samuray olsa bile hiç savaşa katılmamış. Hatta efendisi ölünce sepukku(iç organları dışarı çıkmasını sağlayan intihar yöntemi) bile yapmamış. Efendisi hayattayken yazmaya kabiliyeti olduğunu anlayıp çeşitli hocalardan ders almasını sağlamış. Zen ve Konfüçyüs dersleri alıp, üzerine birde hiç bir şekilde samuraylık adetlerini yerine getirmeyip böyle kitap yazması çok ironik. 

"Sanat kişiyi kurtarır," sözü başka yörelerin sözüdür. Bizim ailemizde sanat kişiyi mahveder. Hangi konuda olursa olsun, bir sanatı olan kişi sanatçıdır. Savaşçı değildir. "Şu adam savaşçıdır!" dedirtmek için titizlenmeniz gerekir. Bir parça bile sanattan anlamanın savaşçılığa zarar vereceğini kavradığınız anda, tüm sanatlar yararlı olur. Dikkat edilme- si gereken bir konudur.

Sanatta hünerli olduğu söylenen kişi aptalla eşdeğerdedir. Bu, sadece tek bir konudaki ihtirasının aptallığıyla, başka hiçbir şeyi düşünmeden o konuda hüner kazanmıştır. Böyleleri hiçbir işe yaramaz.

Bir yerde dünya üzerinde en gelişmiş ülkeler arasında gelenekselliği en çok sürdüren ülkenin Japonca olduğunu okumuştum. Gerçekten kitap boyunca hem sanat hem de kadın üzerine yapılan yorumlar bu durumu gözler önüne seriyordu. Eklemeliyim ki garip bir şekilde çocuk yetiştirmekte doğru yaklaşımlara sahipler.

Savaşçı çocuklarının eğitilme yöntemi vardır. Bebekliğinden itibaren cesareti güçlendirilmeli, korkutulmamalı, kandırılmamalıdır. Küçüklüğünde korkaklığa kapılırsa, bu onun ömür boyu taşıyacağı bir yara olur. Ebeveynin dikkatsizliğiyle gök gürültüsünden etkilenir, karanlıkta kalmamaya çalışır. Ağlamasını kesmek için korkutucu şeyler söylemek özensizliktir. Çocuğu küçüklüğünde çok sert azarlarsanız içine kapanır. .

Neyse ki bu tür cümlelere rağmen güzel diyebileceğim bir kaç cümle ile karşılaştım. 

"İnsan tanımak istiyorsan, hastalan," derler.

"Merhametle baktığınız sürece dayanılmaz bulacağınız kimse olmaz, suçlu insanlara daha fazla acımak gerek,"

Gençliğimde pişmanlık günlüğü tutmaya karar vermiştim, her gün hatalarımı yazmıştım ama, yirmi otuz gün boyunca not almadığım bir günüm bile olmadı. Bunun sonu yok diye, o günlüğü tutmayı bıraktım. Şimdi bile, yattıktan son- ra o günümü aklıma getirdiğimde, söylemeyi atladığım ko- nuların, yapmayı unuttuğum işlerin olmadığı bir gün bile yok. Her şey düşündüğümüz gibi olmaz. Bu, zekâları ile yaşayan insanların akıllarına bile getirmedikleri bir şeydir.

"Ne kadar güzel oynatılan bir kuklayım. İpleri olmadan yürüyen, uçup zıplayan. Hele konuşabiliyor olmam. Ne kadar ustaca yapılmışım.

Japonya'nın siyasi anlamda en güçlü dönemi olan Edo döneminde yazılan bir kitap. O dönemi anlamak için okunabilir. Ama okuduğum çoğu yorumda aynı benim gibi kitap olumsuz bir etki bırakmış ve insanlar Japon klasiği okumaya ara vermiş. Karar sizin. Keyifli okumalar...

27 Şubat 2023 Pazartesi

Levayıh-i Hayat, Hayattan Sahneler Fatma Aliye

 


Evliliğin insanın hayatını karşı konulmaz bir şekilde değiştirdiğini biliyorum. Bu kitapta bunu açık açık okumak bir garip geldi. Çünkü tam ailemin beni zorla biriyle yakıştırıp, aramızı yapmaya çalıştığı bir süreçte okudum. Gerçekten doğru zamanda doğru kitabı okumak diye bir şey var. Bir kitap normal bir süreçte bizi o kadar etkilemeyecekken tam zamanında okuyunca yüreğine dokunuyor. Bir kitap okudum hayatım değişti dedirtiyor. Bu kitap benim için öyle oldu.

Kitabın konusuna gelecek olursak. 5 arkadaşın mektuplarını okuyoruz. 3'ü evli ikisi bekar arkadaşlar. Evlenenler görücü usulü evlenmişler. Mehabe mutlu bir evliliği olan bir kadın. Fehame ise sadakatsiz bir eşe sahip ve maddi sıkıntılar içerisinde. İkisinin mektuplaşmalarında oluşan tezatlık, ortaya attıkları argümanlar çok hoştu bence. Çok gerçekci bugün bile aynı şekilde konuşulan durumlardı. Gerçi bu durum-kitabın bugün bile geçerliliğini koruyan argümanlara sahip olması- kitabın zamansızlığından çok bizim toplumsal olarak aynı kalışımız.

Kitabı okuyunca aklıma bir sanatçı geldi. İsmini hatırlayamadım ama farklı semtlerde farklı meslek gruplarından erkeklerle evlense ne olurdu tarzı bir projesi vardı. Garipti. Bir çok insan olma ihtimalin var ve sen hepsinden vazgeçip birini seçebiliyorsun. 

Çok garip. Fatma Aliye acaba bu kitaptaki karakterlerden hangisidir diye merak edip araştırdım biraz bir kaç bilgiye ulaştım ama en yakın zamanda biyografisini okumak istiyorum.
 
Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı ve romancı Emine Semiye’nin ablası olan Fatma Aliye küçük yaşlardan itibaren dönemin şartlarına nazaran iyi bir ev içi eğitim imkânına kavuşur. İçinde yetiştiği görece aydın ve ilerici aile ortamına tezat oluşturacak şekilde çok erken yaşlarda evlendirilir ve yazınsal faaliyetleri on yıl boyunca kocası tarafından engellenir.

Kitabın ayrıntılı ve güzel bir analizini okumak isterseniz  tık


"Sözlerinizde haksız değilsiniz, fakat onu anlayamayacak insanlara söylediğiniz için yanlış yaptınız."

O dertleri çekmeye tahammül eden vücudum bugün onları anlatma zahmetine tahammül edemiyor.

"Gelinliğin tellerinden pullarından başkasını düşünmeyen, kocaların boylarından poslarından, kaşlarından gözlerinden, kısacası yüz güzelliğinden başka şey aklına gelmeyen kızlar ne mutludur. Mutlu olmak, rahat yaşamak için işte erkekler de böyleleriyle evlensin. Şöyle güzel olsun, böyle güzel olsun diye anlattıkları yakınlarına, şu kadar budala olsun, bu kadar hissiz, fikirsiz olsun diye de ısmarlasınlar! Bunları istedikleri gibi aldatırlar, bildikleri gibi yaşatırlar.

"Kendi kendimi sevemeyecek hale gelmektense yaşamamak bence daha iyidir."

"Kendi kendimi sevemeyecek hale gelmektense yaşamamak bence daha iyidir."

"... ağlamayacaksınız, söyleyemeyeceksiniz, haksızlıktan şikayet edemeyecek, hakkınızı savunamayacaksınız. Bunları engelleyen yalnız bir şey var: Siz kadınsınız, o erkektir."

Bence saygıya layık olan, sevgiye layıktır. İnsanı saygıya layık kılacak şeyler ise rezillikler ve suçlar değildir.

21 Şubat 2023 Salı

İki Kız Kardeş

 

Kitabın Konusu: Ailelerini kaybetmiş ve bir terzi dükkanı işleten iki kız kardeş olan Ann Eliza ve Evelina Bunner'ın tekdüze yaşamları bir gün büyük kardeşin küçük kardeşine bir saat hediye etmesi ile değişir. Bir saatin küçük bir kararın insan hayatını nasıl karşı konulmaz bir şekilde  değiştirdiğine tanık oluyoruz kitap boyunca. Saat aldıkları için meydandaki saate bakmaya gitmenin özgürlüğünü kaybetmek bunlardan biridir. Birde saati aldıkları saat ustası Ramy  iki kardeşin önce hayatlarına sonra kalplerine girmesi ile yaşamları iyice karmaşık bir hal alır. Fedakârlığın sonuçlarını farklı bir açıdan anlatmış yazar. Bu şekilde hiç düşünmemiştim dedirtti bana. 
Kitabın dili yalın olduğu için bir çırpıda okunup bitiyor. Bana insan ilişkilerine odaklanan dönem filmlerini hatırlattı. Karakterler biraz daha derinlemesine anlatılsa daha güzel olurdu. Ama bu haliyle de Amerikan klasikleri arasına girmiş.
Kitabı okuduğumda yazarın İngiliz olduğunu düşünmüştüm ama Amerikan'mış. Yüksek sınıftan gelip böylesine bir kitap yazmasına şaşırdım gerçi. Kitabında yoksulluğu hissettim çünkü. Kardeşi gidince çalışamayan ablanın kardeşinin yatağı hariç her şeyi satmak zorunda kalması, çok özel günler için kendilerine bir şeyler işleyip kullanmaya kıyamamaları bu tür ayrıntıları yazması direkt gözlem sonucu mu yoksa okuyup duydukları mı diye düşünmemi sağladı.
Kitabı kütüphanede denk gelirse okuyabilirsiniz. Yahut yoğun anlatımlardan, karmaşık konulardan sıkıldıysanız sizi ferahlatır. Ama özellikle alınıp okunması gereken bir kitap değil bence. 

Yazar: Edith Wharton 1862’de New York’ta doğan ABD’li yazar, özellikle House of Mirth (Keyif Evi) gibi, üyesi olduğu üst sınıfın yaşamını ve zamanın New York’unu anlatan romanlarıyla tanındı. Öykülerinde toplumsal eleştiri ve mizah duygusu belirgindir. 1911’den sonra yaşamını ağırlıklı olarak Fransa’da sürdürdü. I. Dünya Savaşı sırasındaki yoğun yardım çalışmaları sonucunda Fransa hükümetince Légion d’honneur ile ödüllendirildi. Henry James, André Gide gibi dönemin önemli yazarlarıyla dosttu. 1937’de Fransa’da hayata veda etti.(kitapyurdu.com)

Edilgen bir seyirci gibi duran Ann Eliza, geçmişinden eksilen bu son parçayı kaskatı bir kayıtsızlıkla izledi.

'Eş' gibi tatlı bir kelime karşılığında özgürlüklerinden vazgeçenler, parlayan her şeyin altın olmadığını görmeye hazırlıklı olmalıdırlar.

Çok meşgul insanların, kendilerine söylentilerle ulaşan talihsizliklerle bağdaşırken gösterdikleri dolaylı acımayı duyuyordu kendine.

10 Ocak 2023 Salı

Ölüm Bir Skandal

 



Yıllar önce yaşamış yazarlara hayranlık beslemenin burukluğu yaşadım senelerce. Onlar hakkında daha çok şey bilmek, belki onları görmek tanımak en büyük isteklerimdendi. Bu acıyı dindirmek için zaman makinesi icat edemeyeceğime göre bende günümüzde yaşamış yazarları okuyayım onları seveyim dedim. Ama Haydar Ergülen'i bu kasıtlı düşüncem ile değil yalnızca bir tesadüf eseri okumaya başladım. İlçemdeki kütüphanede yeteri kadar kitap yok. Ama bir şekilde biri Haydar Ergülen'in kitaplarını bağışlamış. Böylece bende okumaya başladım. Bu kitabını olumsuz bir yoruma maruz kaldığım için tarafsız değerlendiremeyeceğim. Zaten insan her zaman sanata karşı taraflıdır. Kendi en derin duygularını esiridir. Ama yine de kitabın başını, bazı cümleleri çokça sevdiğimi ifade etmek isterim. Yazarı araştırdım. 5-6 sene önce bir çocuğu olmuş. Artık çocuk kitapları da yazıyormuş, 17 şiir kitabı varmış. Çok şaşırdım doğrusu. Çok yüksek geldi bu rakam bana. Ama 40 yıl olmuş yazmaya başlayalı. Sonra herkes şiir yazabilir dedi. Herkes yazmalı dedi. Atölyeler düzenliyormuş, merak ettim katılmak istedim. Aslında zamanında ünlü bir yazarın kapalı bir atölyesine kabul aldım. Sonra bir aksilikler oldu ve katılamadım. Kafamın bir yerinde bunun kaldığını fark ettim bu yazıyı yazarken. Acaba o atölyeye katılırsam ne olurdu? Yaşam benim için nasıl evrilirdi diye düşünmeye başladım. Hal böyle olunca onu bir kere daha araştırmaya karar verdim.

Kitap ölümle alakalı çokça metaforların olduğu şiirlerden oluşuyor. Şiirleri okurken aklıma Salvodor Dali'nin rüyalarından esinlendiği şiirleri geldi.

Yazarın yapılan en son röpörtajını izlemek isterseniz tık

ruhum delik deşik oluncaya kadar taşıdım şiiri çığlık oluncaya kadar taşıdım artık taşıyamıyorum bu kutsal emaneti ruhum taşıyamıyor artık bu şiiri

İnsan bir ölüye de küsebilir bir ölüme de

İnsanlar en çok birbirlerini anlamamak üzere anlaşıyorlar

6 Ocak 2023 Cuma

Yeşil Bambu ve Diğer Fantastik Öyküler

Japon Edebiyatından okuduğum kitaplar arasında en sevdiklerimden biriydi. Ama sakin ve bilge Japon kitaplarını haraketli, kasıp kavuran batı edebiyatından ayrı tutmak lazım. Yer yer bu sakinlik  aceleci günümüz insanını sıkıyor. Yer yer güzel bir dinginlik hissi veriyor. Kitap okumayı bu denli sevmemin bir nedeni de kitapta aradığım hazzı alamasam da bana illaki bir şey öğretiyor. En yavan kitap bile insanı bir yönden etkiliyor. İnsana bir şey katıyor. Kitap boyunca duygularım bu şekilde git gel yaşadı. Sevdiğim hikayelerle beraber okurken sıkıldığım hikayelerde oldu. Bazı yerlerde izlediğim anime sahneleri belirdi. Özellikle ilk öykü olan Yeşil Bambu gözümün önünde animeye özgü o çizimlerle belirdi. En çok onu okurken keyif aldım. Fakat belirtmeliyim ki her bir kitap kendi içerisinde bir öğüt barındırıyor. Özellikle krizantem yetiştiren çocukla ilgili hikaye üzerinde baya kafa yordum. Öyküde krizantem yetiştiren iki çocuk konuşur. Biri öyle ustadır ki diğeri merak edip nasıl böylesine usta olduğunu sorar. Cevap basittir. Yaşamak için o çiçekleri dikmeli ve muazzam neticeler almalıdır. Bunun gibi önermeler hala geçerliliğini sürdürmesi açısından çok hoştu. 
Alıntılar:
“Eğer yüreğine güvenmiyorsan, bu dünyada ne tür bir gerçeklik görebilirsin?

Mutsuz biri, başka bir kişi tarafından korunduğunda, ona sempati duyulduğunda, mutlu olmaktan ziyade bastırılmış öfke ve rahatsız hissetme olasılığı daha yüksektir.”

Yalansız bir hayat. Bu cümle zaten bir yalandı. Güzel şeylere güzel, kötü şeylere kötü denir. Bu da bir yalandı. Her şeyden önce güzeli güzel diye çağıran kalbin yalanı olamaz mıydı?

 

5 Ocak 2023 Perşembe

Cam Çocuk

 

Kitapla Tanışma Hikayem: Cam Çocuk kitabını kütüphanede gördüm. Kapağında garip bir hüzün vardı. Az biraz konusunu tahmin etmiştim. Yazarı ararştırırken yıllar önce başka bir öyküsünü okuduğumu gördüm.  Kız Kardeşim için kitabın ismi. Biraz benzerlik taşıyor.  Yine başrolde bir hastalık var.
 
Kitabın Konusu: Kemiklerinin kolayca kırılmasına sebep veren bir hastalığı olan  ana karakterimizin öyküsünü sırasıyla aile üyelerinden ve yakınlarından dinliyoruz.  Ailecek çıktıkları tatilde bir aksilik yaşarlar. Bu konuda hukuki yollarla kendilerini savunmak isterler. Fakat avukatlık bürosu bu konuda yardımcı olamayacaklarını söylerler. Derken avukatlar çocuk doğmadan önce kürtaj yapılabilme hakkının önüne geçilmesine sebep olan jinekoloğa dava açılabileceğini söyler. Çünkü jinekolog hastalık teşhisi koymakta geç kalmıştır. Fakat hikayenin can alıcı noktası dava açacak oldukları kişi kadının en yakın dostudur.
Kitap İle İlgili Yorumum:(Spoiler İçeren Kısım) Açıkçası kitabın karakterlerinden çok azı ile bağlantı kurabildim. Yalnız kahramanın ablası ve davada çalışan avukat ile. Diğer karakterlerin davranışları ve düşünce tarzlarını anlamlandıramadım. Ama kitap okumamın sevdiğim kısmı bu işte. Bambaşka insanların zihin dünyalarına konuk olmak.  Fakat dediğim gibi karakterle bağ kuramadığım için çokta etkilenmedim. Hatta aklıma sosyopatlar geldi. İnsanların duygularına anlam veremeyip hissedememeleri ve taklit etmeleri. Cidden özellikle anne ile bağ kurmakta çok zorlandım.
Kitabı bu tür hastalıkların aileleri nasıl etkilediği hakkında merakı olanlar okuyabilir ama genel olarak çerezlik bir kitap. Tabi ki kitabın bitişini göze alırsak tadı damağınızı acıtan türden bir çerez.

Alıntılar:

Kimseyi mükemmel olduğu için sevmezsin..


Mükemmel olmadığı gerçeğine rağmen seversin...


Lazım oldukları anda nereye saklanır bu sözcükler ?





Zamanı Durdurmanın Yolları

 


Matt Haig'in okuduğum 4. kitabıydı. Yalın fakat bir o kadar mizahi anlatımı ve kurgusuyla kitap beni içine çekti. Fakat sıralama yaptığım zaman en sonda bu kitabı olurdu muhtemelen. Ben nispeten daha az okunan İnsanlar kitabını daha çok seviyorum. Belki de ilk o kitabını okuduğum içinde olabilir. Bir yazarın peşi sıra kitaplarını okuyunca benzer noktaları görüyorsun. Ben yazarların tüm karakterlerinin aynı kişi olduğunu düşünüyorum. Farklı evrenlerde farklı isim ve davranışlarda fakat hepsi aynı eğilimi taşıyan. Yazarın iç dünyasını parça parça işlediği kitaplar. Zamanı durdurmanın yollarında yine bir Öteki'nin hikayesini okuyoruz. Bir yaşta kalan ve çok ama çok yavaş yaşlanan yüzyıllarca aynı yaşta kalan bir adamın öyküsü. O adam aynı kalırken etrafındaki her şey değişiyor. Kitapta yıllar arasında gelgitler yaparak hikayeyi takip ediyoruz. Günümüz ve geçmişi ayrı ayrı takip ediyoruz. İlk başta iki zamanı kafamda tutmak bile zordu. Fakat okudukça hoşuma gitti. İki hikayenin kesiştiği noktaya ulaşmak, ne oldu da bugünkü haline dönüştü diye merak etmek güzeldi. 

Alıntılar:

"İnsanlar cadılığa inandı çünkü böylece işleri kolaylaşıyordu. İnsanların bir düşmana değil, açıklamaya ihtiyacı vardır.''

''Mutluluğun anahtarı kendin olmak değil. Ne demek o zaten? Her­ kesin birçok kendisi var. Hayır. Mutluluğun anahtarı, size en uy­gun yalanı bulmak.''

Buraya yazdığım sözlerin o gün söylenen sözlerle aynı olduğundan emin değilim. Büyük olasılıkla değiller. Ama ben böyle hatırlıyorum ve tek ya­pabileceğimiz, gerçekliğin kendisinden çok gerçekliğe dair anılarımıza sadık kalmaktır ki o da tam aynı şey olmasa bile gerçeklikle yakından ilintilidir.

Shakespeare posterine bakıyorum. Eski bir dost gibi bakıyor bana sanki. Resmin altında ona ait bir söz var. Ne olduğumuzu biliyoruz ama ne olabileceğimizi bilmiyoruz.

Sonsuzluk, demiş Emily Dickinson, şimdilerden oluşur. Peki, insan yaşadığı anda olmayı nasıl başarabilir? Öteki şimdilerin ha­yaletlerinin araya girmesini nasıl önler? Kısacası, nasıl yaşayabilir?

Hendrich'inkine benzer durumlardaysa kaç yıl ya da kaç asır yaşadığınız fark etmiyordu çünkü daima kendi kişiliğinizin parametreleri dahilinde yaşıyordunuz. Zaman ve mekan bunu de­ ğiştiremezdi. Kendinizden asla kaçamazdınız


2 Ocak 2023 Pazartesi

Kirli Ağustos



 Yazarlar ne kadar her bir şiir ayrı değerlendirseler bile benim için onların arasında kırmızı kader iplerinden oluyor. Şairlerin tüm şiirlerini birbirlerine bağlayan ve bir şekilde belli belirsiz var olmaya devam eden o ipler hoşuma gidiyor. Arkadaşlarımla bir şairin en sevdiğimiz şiir konuşulunca fark ettim bu durumu. Çünkü şiir adlarına bakmadan direkt hoşuma giden mısraları ezberliyorum. Yahut oraya buraya yazıyorum. İşte bütün o bölük pörçük dizeler hep o şairin menkıbesi gibime gelir.

Edip Cansever ile Turgut Uyar'ı benzettim. İlk okumalarım olduğu için olabilir diye düşünmüştüm ama edebiyat camiasında da bu iki şaire çok sesli şiirlerin şairi denmiş. Çok hoşuma gitti bu tabir. Çok yerinde nitekim. Turgut Uyar Kapalıçarşı'da babasından kalma bir antikacıyı işletmiş. Ne hoş bir meslek dedim. Bir kitapçı olmak bir antikacı olmak. Bir çiçekçi olmak. İnsanlara bir ürün değil de yeni bir yaşam satmak demek zannımca. Eski bir objeyi yeni bir eve taşımak, bir kitabı haliyle bir insanın düşüncelerini yıllar sonra yaşamış birine ulaştırmak ve kısa süreli olsa da bir odayı hoş kokularla doldurmak ne kadar hoş.

Keşke ülkemizde de canlı çiçek çeşitleri satıcıları daha çok olsa. Her hafta pazardan dönerken bir buket çiçek alsak kendimize. Masamızı süslesek. Menüye karar verir gibi çiçeklere de karar versek. Ama bu yalnız bir tabakanın sahip olacağı ayrıcalık olmasa. Maydanoz alırken yanına da bir buket krizantem alsa emekli eşi Melahat Teyze. Yahut mevsimlik işçi Halil. O zaman durup ince şeyleri anlamaya daha çok mu vaktimiz olur acaba? 

Acımaktan bir zamansın ki bazen susarsın Çocuklar büyükler gibi konuşur sefaletten.

Bu cümleyi okuyunca öğretmenlik yaparken yaşadığım bir anı aklıma geldi. Çocuklar arasında kavga çıktı. Ne oldu diye sordum ''Öğretmenim oyunda Mustafa Türk lirası geçmez diyor.'' dediler. Sordum Mustafa'ya neden böyle söyledin diye. Mustafa ''Ama öğretmenim Türk parası çook değersiz. Onun yerine dolar kullanmalıyız. Dolar daha değerliymiş.'' dedi. Çocuklar a öyle mi tamam öyle yapalım vs. dediler. Garipti. 

Yok düş kuracak vakit bile Her şeyi bir yana bırakıyoruz söylene söylene.

Mesela şiirin hülyalı dünyasını anlamıyorum. Böyle alelade bir cümle nasıl bu kadar kulağa hoş gelebiliyor? Bir türlü aklım almıyor.

Yalan her tenha kasabanın akşam saatidir.

Akşam geri verince bana gözlerimi Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.

Rahatlama Kitabı



Bazı yazarlar var . Kendimi öylesine yakın hissediyorum ki onları okurken. Matt Haig bunlardan biri. Yazarın hayal dünyası bana kendi evimdeymiş gibi hissettiriyor. Tüm kitaplarını heyecanla okuyorum. Her kitabı beklentimi karşılıyor. Aşırı sürprizli şeyler olmuyor benim için ama. Hani yabancı bir ülkeye gittiğinizde kendi ülkenizden tanıdık izler görmek hoşunuza gider. Aynı onun gibi. Kitaplarını okurken fikirleri zihnimin sokaklarında daha önceleri ortaya çıkan şeylere çok benziyor. En son Jules Verne ve Alper Canıgüz ile bu kadar iyi ilişki kurabilmiştim zihin dünyamda.
Rahatlama kitabı deneme tarzında yapılmış farklı durumlar ve duygular üzerinde yazarın fikirlerinden oluşuyor. Kimileri tanıdık fikirler. Çokça duyduğumuz yahut okuduğumuz kimileri ise yeni pencereler açan fikirlerdi.  Ben kitabı hiç bitirmek istemedim. Ara ara okudum ve çokça altını çizdim. Arkadaşlarıma tavsiye ettim. Israrımla 4 arkadaşıma başlattım. Ama tabi yazarı çok sevmemin etkisi de var. Öyle ilginç bilimsel açıklamalar ve inanılmaz yaşam tüyoları yok Konuşunca hiç susmasın konuşsun istediğiniz arkadaşlarınız vardır ya. Hani böyle yumuşacık gelir konuşmaları. İşte bu kitabın bana verdiği histe böyleydi...
Ama tabi kitap hakkında yapılan basitti, para için yazılmış tarzı eleştirilerde gördüm. Açıkçası çağdaş sanat müzesinde gördüğümüz garip eserleri, yol kenarında çöpün kıyısında görsek nasıl tepki verirdik ve nasıl anlamlandırırdık diye düşünüyorum. Depresyon geçirmiş biri olarak yine benimle aynı duyguları paylaşan birinin yazdığı kitap bana çok iyi geldi. 

Alıntılar

Hiçbir şey, pes etmeyen ufacık bir umuttan daha güçlü değildir.

"Mütevazı ol çünkü topraktan yaratıldın. Asil ol çünkü yıldızlardan yapıldın."

Kendi değerinizi başkalarının zihinlerinde bulamazsınız.