1 Kasım 2022 Salı

Buraya Bakarlar

 

Kitapla Tanışma Hikayem: Trt2'de yayınlanan bir edebiyat programı olan ''Kelimeler ve Şeyler'' programında duymuştum. Daha sonra bir podcast uygulamasında bu kitapla bağlantılı olduğunu bilmeden aynı isimde bir podcast dinledim. Sonra kütüphanede kitapla karşılaşınca kaderimde bu kitabı okumanın kaçınılmaz olduğunun ayrımına vardım.
Kitabın Konusu: Kitap bir kısmı olay, bir kısmı durum bazlı olan 12 kısa hikayeden oluşuyor. Hikayelerin her birinin yaşamın farklı kesiminden insanlardan oluşması, gündelik yaşamı ilginç bir olay örgüsü ile kurgulaması kitabı okunur kılıyor.
Kitap Hakkındaki Düşüncelerim: Kitabı da öyküleri de çok sevdim. Aslında daha meşhur olması gereken bir kitap. Çünkü okuması kolay ve insanda güzel bir his bırakıyor. Bazı öyküler daha uzun olsaydı dedim. Bazı öyküler bu kadar kısayken beni nasıl bu denli etkileyebilir dedim. Benden okuma tavsiyesi isteyen ve kitap okumaya ısınmak isteyen arkadaşlarıma seve seve tavsiye edeceğim.

Alıntılar:
“Ulan” derim kendi kendime, “Saçma sapan konuşuyorsun. Sen kimsin ki! Senelerdir aynı günü yaşayan bir korkak. Hayatında değişiklik olacak diye ödün kopar. Ölümden korkuyor oluşun bile sırf bu yüzden. “

Keşke biraz deli yanım olsaydı. Kafama estiğinde hayattan tat alabilecek şeyler yapabilseydim. Ama, yok yapamam. Ben ki, bu dünyaya hesap kitap yapmak için gelmişim

“İnsan yalnızca bir vakte aittir, hep o vakte dönmek ister.”

Neden Yazıyorum? George Orwell

                                                           

Kitapla Tanışma Hikayem: Yazarların yazı hikayelerini okumayı çok seviyorum. Onları yazmaya iten dürtüleri, neden yazdıklarını. George Orwell severek okuduğum bir yazar olunca hemen kitabı okumak istedim
Kitabın Konusu: Politik olayları usta bir şekilde ele alan yazarımız kendini yazmayı iten türleri, yazma coşkusunu neyin ateşlediğini  anlatıyor. Olayları romantize etmeden gerçekçi bir şekilde onu yazmaya iten sebepleri sıralamış. Dönemin politik olaylarına üstten bir şekilde değinirken yanlı davrandığını ve yansız davranmanın mümkün olamayacağını da vurguluyor.

Kitap Hakkında Görüşlerim: Yazım sürecinin arka planını anlatan kitapları çok ama çok seviyorum. Ama kitap beklediğim gibi çıkmadı. Kitabın ilk kısmında azda olsa yazma tutkusundan bahsetse de devamında gelen uzun İngiltereliler hakkında havadan sudan bilgiler, İngiliz düşünce şekli ve yaşam tarzı hakkında pasajlar, dönemin nispeten politik olayları çok sıkıcı geldi. Yalnız son kısımda bir fil ile yaşadıkları bir anı vardı ki beni çok etkiledi. Durup dururken aklıma geliyor. Üzerinde düşünürken buluyorum kendimi. Okumak isteyenler için yazıyı aşağıya bırakıyorum. Onun dışında yazarı severek okuyan ve tüm eserlerine vakıf olmak isteyenler okuyabilir. Yahut anı türünde yazılmış kitaplardan hoşlanıyorsanız okuyabiliriz. Fakat yazarın yazma serüvenine ortak olmak gibi niyetiniz varsa bu kitap tam anlamıyla beklentinizi karşılayamayabilir.

Alıntı:
“Yolda durmuştum. Fili görür görmez, onu asla vurmamam gerektiğini anlamıştım. Yaşayan bir fili vurmak, büyük ve pahalı bir makineyi tahrip etmekle kıyaslanabilecek, ciddi bir mesele­dir ve kaçınmak mümkün olduğu sürece insanın bunu yapma­ması gerektiği açıktır. Ve huzur içinde çalıları yiyen fil, bu me­safeden, bir inekten daha tehlikeli gelmemişti bana. O zaman, mest halinin geçmeye başladığını, bu durumda bakıcısı gelip onu yakalayana dek sadece zararsızca dolaşacağını düşündüm, ki şimdi de aynı fikirdeyim. Dahası, onu vurmayı hiç mi hiç iste­miyordum. Tekrar vahşileşmeyeceğinden emin olmak için onu kısa bir süre izlemeye ve ardından eve dönmeye karar verdim.
Fakat o anda beni takip etmiş olan kalabalığa göz attım. En az iki bin kişiden oluşan ve her dakika daha da büyüyen dev bir kalabalıktı. Yolu her iki yönde de uzun bir mesafede tıkamıştı. Cafcaflı giysilerin üstündeki sarı yüzlerden, hepsi de kendileri­ni bekleyen küçük eğlence nedeniyle mutlu ve heyecanlı, hepsi de filin vurulacağından emin yüzlerden oluşan insan denizine baktım. Numara sahneleyecek bir sihirbazı izler gibi izliyorlardı beni. Benden hoşlanmasalar da, elimdeki sihirli tüfekle o an için izlenmeye değerdim. Ve bir anda sonuçta fili vurmak zorunda kalacağımı fark ettim. İnsanlar benden bunu bekliyordu ve yap­mak zorundaydım. İki bin iradenin, beni karşı konulmaz biçimde itelediğini hissedebiliyordum. Ve beyaz adamın Doğu'daki ege­ menliğinin kofluğunu ve abesliğini ilk kavramam, elimde tüfekle orada durduğum bu anda oldu İşte buradaydım; elinde silahıyla, silahsız yerli kalabalığının önünde duran beyaz adam. Görünür­ de oyunun baş rol oyuncusu, ancak gerçekte arkamdaki o sarı yüzlerin iradesinin bir ileri bir geri itelediği anlamsız bir kuklay­dım. O anda, beyaz adamın zorbalaştığında yok ettiğinin kendi özgürlüğü olduğunu algıladım. Beyaz adam o zaman riyakar, rol kesen bir aptala, geleneklere uygun hale getirilmiş bir sahip figürüne dönüşüyordu. Çünkü egemenliğinin koşulu, hayatını "yerlileri" etkilemeye çalışarak geçirmesi ve böylece her krizde "yerlilerin" kendisinden beklediği şeyi yapmasıydı. Bir maske takıyor ve yüzü maskeye uyacak biçimde şekil değiştiriyordu. Fili vurmak zorundaydım. Tüfeği getirtmekle, bunu yapacağıma söz vermiştim. Bir sahibin sahip gibi davranması gerekir; kararlı görünmeli, ne istediğini bilmeli ve kesin şeyler yapmalıdır. Bü­ tün bu yolu elimde tüfek, hemen arkamda iki bin kişiyle gelmek ve ardından hiçbir şey yapmadan zayıfça uzaklaşmak; hayır, bu mümkün değildi. Kalabalık bana gülerdi. Ve tüm hayatım, Do­ğu'daki her beyaz adamın hayatı, insanları kendine güldürme­ renk için verilen uzun bir mücadeleydi.''
Ve fili vurduktan sonra kendi kendine  hep düşünür.
''Çok defa diğerlerinden birinin, bunu yalnızca bir aptal gibi görün­memek için yaptığımı kavrayıp kavramadığını merak ettim.''

26 Ekim 2022 Çarşamba

Gölgeye Övgü

                       


Kitapla Tanışma Hikayem: Japonya çocukluğumdan beri ilgi duyduğum sevdiğim bir ülke. Bu kış Japon klasikleri okumaya karar verip 16'lık bir set aldım. Bu setten okuduğum üçüncü kitaptı. 

Kitabın Konusu: Tanizaki modernleşen dünyayı karanlık ve ışık üzerinden, Doğu ve Batı toplumlarının ilerleme karşısındaki reflekslerini de mukayese ederek masaya yatırıyor. Yalnızca gölgeye değil, apartman çatıları, tuvaletler, lambalar, kâğıt ve yemek takımı gibi günlük hayatta üzerine pek kafa yormadığımız şeylere, gösterişli olmayana kendine has üslubuyla dikkat çekiyor.
Kitap Japon kültürüne ait olguları aydınlatma, yemeklerin konduğu kaplar, lavaboların imarı gibi gündelik Japon yaşamından ayrıntıların üzerine eğiliyor. Kendi kültürünün derinliklerine inerken bir yandan güzelliklerine değiniyor. (Tanıtım bülteninden)

Kitap hakkında görüşlerim: Kitapta hoşuma giden kısımlardan biri de lavabo ile ilgili olandı. Açıkçası çok komiğime de gitti. Yazar batıda tuvaletin utanılası bir kavram olduğunu, bu yüzden izbe ve nahoş tuvaletlere dikkat çekiyor. Açıkçası tuvalet demek bile hoş karşılamayıp lavabo diyen bir milletiz. Oysa Japonların geniş pencereli, güzel manzaralı doğa ile iç içe genelde evlerin dışında olan lavabolarından bahsediliyor. Bu kısım çok ilginç geldi.
Kitapta geçen dolma kalemi ilk Japon’lar bulsa Ne olurdu? Kısmı çok ilgi çekiciydi. Küçük değişikliklerin, devasa boyutta sonuçlar doğuracağı çok güzel ifade edilmişti.
Fakat kitabın devamında ki bölümlerde sürekli aynı düşünce tarzının  tekrar etmesi  -filanca şeyi biz icat etseydik şu anda kültürümüz şöyle olurdu- okuma tempomu düşürdü. Yazarın aşırı milliyetçi bir tavrı olduğu vehmine kapıldım. Bir yerde fanatiklik beni ürkütüyor ve yazara karşı ilgimin solmasına neden oluyor.
Kitapla ilgili hoşuma giden şeylerse yazarın nüktedan (bence) dili ve küçük ayrıntıların Farkına varması ve bunu okura hoş bir şekilde anlatmasıydı.
Tüm olumlu ve olumsuz yorumlarıma rağmen üzerinde konuşacak ve tartışılacak bir kitap olduğunu düşünüyorum. Tabi Japon kültürüne ilginiz varsa...

Alıntılar

"Ancak biz göremediğimiz şeyler hakkında düşünmeyiz. Göremediğimiz şeyi hiç var olmamış sayarız."

Bütün bunları yazmamın sebebi, muhtemelen edebiyatta ve sanatta, hala kurtarılacak bir şeyler olduğunu düşünüyor olmam. En azından edebiyat için kaybettiğimiz bu gölgeler dünyasını tekrar hatırlatmak isterim. Edebiyat denen kutsal yerin saçaklarını uzun ve böylece duvarlarını gölgeli yapıp apaçık gözüken şeyleri gölgeye saklamak, gereksiz süslemeleri ise söküp atmak istiyorum.


Elbette, çoğunlukla "zamanın pırıltısı" olarak dillendirilen şey de esasında ellerimizdeki kirin ışıltısı. Çincede "şutaku", Japoncada "nare" diye bir kelime var. Bu kelimeler insan elinin uzun yıllar objeyi değmesi sonucu içine doğal olarak işleyen yağı yani "kiri" anlatıyor. Başka bir deyişle bu ışıltının "parmak izimiz" olduğuna şüphe yok. O hâlde "zarafet soğuktur" nüktesine benzer şekilde "zarafet kirlidir" demek de mümkün.

İyi de neden karanlığın içinde güzellik arama eğilimi sadece Doğulularda güçlüdür?

Biliyorum, kendi kendime sızlanmaktan ve imkansızı istemekten öte bir şey değil yaptığım.

... en yazından pratik icatlar bağımsız bir yol izleyebilseydi; bunun günlük hayatımızda hatta devlet, din, sanat ve sanayi üzerinde büyük bir etkisi olurdu. Doğu kendine has bir evren inşa etmiş olabilirdi.





23 Ekim 2022 Pazar

Zarf

 




Kitapla Tanışma Hikayem: Kuzenlerimden biri Tarık Tufan, Ali Lidar ve Haydar Ergülen'in  sıkı takipçisidir. Bana da her zaman tavsiye eder. Kütüphanede görünce hemen aldım. Açıkçası kitabın kapağı da çok hoşuma gitti. O masum çocuksu çizim, kitabın ismi mektup sever ruhuma hitap etti.

Kitanın Konusu: Kitap ilk başta Posta Kutusu dergisinin 2004 yılı kış eki olarak hazırlanmış. Daha sonra 12 şiir daha eklenerek yayına verilmiş. Mektup ve zarf  kavramlarını temel alarak insanın yüreğine dokunan şiirler barındırıyor. Kitap iki kısımdan oluşuyor. İlk kısım Zarf. Zarf kısmında daha çok kıs şiirler yer alıyor.Kitabın ikinci kısmın olan ''Mazruf' kısmında daha çok nesire yakın uzun cümlelerin olduğu serbest şiirler barındırıyor. 

Kitap İle İlgili Yorumum: İlk kısmı ise bana Ziya Osman Saba'yı çağrıştırdı. .Çocuksu bir masumlukla kurulan uyaklar yüzünden olsa gerek. Bazı yerlerde yazarın mektup yazmanın gerçek hissine ulaştığını düşündüm. Mektup yazmayı, okumayı çok seven biri olarak kitabı çok sevdim. Kitabın ikinci kısmı bana pek hitap etmedi. Çünkü nesre yakın şiirleri oldum olası sevemedim. İkinci kısım uzun upuzun cümlelerin birleşmesi ile oluşan şiirleri barındırıyordu.

Alıntılar:

Kâğıdı kıskanıyorum çoktan ayrıldı birbirinden gövdemle ruhum biri acısa duymuyor diğeri kâğıtsa ruhuna kadar gövde gövdesine kadar ruh

Kalemin efendisi sanıyorum kendimi savaş açıyorum kâğıda doldurduğum her kâğıt, oysa yeniden yazıyor yenildiğimi

Kalem, kâğıtla mektubun arasını açtığından beri ne mektuba inanıyor kâğıt ne de seviyor kalemi

Mektup yazar mıydım hiç annem olmasaydı şiiri arar mıydım bu dünyada eğer anne sıfatında çıkmasaydı karşıma görünce anladım, şiir anneymiş gerisi zarf ve bir kaç süslü söz anneler olmasaydı şiir de olmazdı mektup da

tek iyiliktir şiir hem şiir değilse nedir arkadaşlığın en güzel hâli, ve arkadaşlık değilse nedir şiirin ta kendisi?

Gelecek, bir posta kutusu sayılır romantiklerin durmadan mektup gönderdiği hayallerse mektup açacağı gibidir

Kardeşlik yazıyorsa bir zarfın üstünde adresi bellidir, Türkiye'dir halkın el yazısı güzelleştirir alınyazısını da çünkü kardeşim diye başlayan mektup ölüme değil, hayata gönderilir...

21 Ekim 2022 Cuma

Bir garip Şiir Kitabı: Şenayi


Kitapla Tanışma Hikayem:Kör Randevu( Kütüphaneden rastgele aldığım kitaplarla nasıl tanıştığımı soranlara kör randevuda tanıştım diyorum) Kapak tasarımı çok hoş değil mi? İsmi de pek manidar geldi.

Kitabın konusu: Muhtelif konular bolca Arapça, Farsça kullanılarak beyitler halinde yazılmış. Kitabı iyice anlamak için bir Osmanlıca gözlük gerekiyor.


Kitapla ilgili yorumum: Kitabın ilk kısmındaki şiirlerde  fazla Osmanlıca kelime kullanılmış. Yazar neden bu kadar fazla kullandı bilmiyorum. Divan edebiyatından bir mesnevi okuyorum hissine kapıldım. Bir yandan da sadece  yüzyıl kadar önce dedelerimizin konuştuğu dili anlamamak içimi çok  acıttı. 

Yazarın ilk kısımda dilini anlamamanın verdiği  can sıkıntısı ikinci kısımda dağıldı. Günümüz Türkçesi ile yazılan  şiirler pek hoş. Aklıma Orhan Veli’yi getirdi.


Alıntılar:


yok ya penceremde nane ve kekik buğu

bir buluta bezeyip düşümü unuturum


akşam,..

herhangi birinin kucağına atılmış kuru çiçekler gibi düştü üzerime

bugün de yaşadım yani


ah, mutlusunuz!

bari hava böyle olmasa...


 

Yüzünüz Kuşlar Yüzünüz



Kitapla Tanışma Hikayem: Kör randevu. Kütüphanede gezerken kapağını görünce hoşuma gitti.
 Sait Faik hissi aldım biraz. İsmi Cemal Süreyya'nın bir şiirini anımsattı hemen aldım. Yazardan okuduğum ilk kitaptı. Adını daha önce hiç duymamıştım.

Kitabın Konusu: Yalnız başına yaşayan Feridun hangi güne uyanırsa uyansın yapacağı ilk şey arkadaşı Gero'nun mekanına gidip rakı içmektir. Bir gün bir pazar sabahı annesinin cenazesi için otobüs beklediğini söyleyen Ali Rıza Kaptan gelir. Ali Rıza Kaptan garip adamdır. İlginç öyküler anlatılır. Denizcilikle ilgili en sevdiği şeylerden biri de seyir defteri tutmaktır. Feridun ve Gero'da bu garip adamın peşine takılıp denizlere sefer etmeye niyetlenir. Fakat işler planlandığı gibi gitmez. 

Kitap hakkındaki Düşüncelerim: Okurken özellikle ilk bölümün sonundaki ters köşe hoşuma gitti ama kitabın devamın olaylar gittikçe ilginçleşmesi gerekirken bence enteresanlığını yitirdi. Artık bitsin şu kitap diye ite kaka okudum. Karakterlerin değişken ruh halleri yüzünden mi yoksa hiç bir şekilde bağ kuramayışımdan mı bilmiyorum. Bi türlü ısınamadım bazı karakterlere. Kitabın son sayfasın evet şimdi anlam kazandı derken yine bir cümle ile kafam karıştı. İlginç bir deneyimdi benim için. Belki Sait Faik beklentisi ile okumasaydım daha çok zevk alabilirdim.

Alıntılar:
''...yüzemeyen bir geminin kamarasında yaşamak gibi...
''İnsanı zamanın dışına taşıyan bir duruşu var''
'' Deliysen denizci olursun. Delirdikten sonra denizci olman bir şey ifade etmez.''
''Doğru adres var mı, dedim. Biz postacı değiliz, dedi.''

1 Ekim 2022 Cumartesi

Gece Yarısı Kütüphanesi

Kitapla Tanışma Hikayem:Her yerde görmekten, sürekli ismini duymaktan bıktığım bir kitaptı gece yarısı kütüphanesi. Hatta öyle ki kitap kulübümüzle bu kitabı okumak istediklerinde içten içe bir korku hissettim. Ay yoksa sadece herkesin okuduğu kitapları okuyan alelade bir grup mu diye. Ama sonrasında kitabı vaktinden önce okurken buldum kendimi. Konusunu intihar eden bir kadın hakkında olduğunu öğrenin hemen başladım. İntihar düşüncesi zihnimin odalarında bir kenarda oturur hep. Ben onu öylesine kanıksamışımdır ki. Evinize gelen ve bir zaman sonra evin bir ferdi olan, dolabı rahatça açan, kirli sepetine kıyafetini bırakan o garip misafirler gibi. Böyle bazen iyi günümde bile yoklarım kendimi. Ama o orada öylece durur. İşte kitapta bu konuya değinince hemen okudum.

Kaç kitapla hayatım değişti anlatamam yaşamımın her döneminde debelendiğim yerden beni çıkaran bir kitap olmuştu. İşte sevgili Matt Haig'in gece yarısı kütüphanesi benim için öyleydi. Kitap boyunca tekrar eden olgular, çok sevdiğim Slyvia Plath'ın pekte bilinmedik incir ağacı alıntısına yer vermesi tabiri caizse kitabını o incir ağacı üzerine kurması çok hoşuma gitti. 

Kitabın Konusu: Nora Seed'in hayatı yokuş aşağı gitmektedir. Patronu üzgün suratı ile müşterileri kaçırdığını iddia ederek işten ayrılmasını söyler. Çok sevdiği abisi ile araları kötüdür. Çünkü gençliğinde abisi Joe ve bir kaç arkadaşı ile birlikte kurdukları labirentler isimli müzik grubunu bırakmıştır.  Onu çok seven ve ona aşık olan Dan'ı evliliklerine birkaç gün kala terk etmiştir. Çocukken muazzam dereceleri olan yüzmeyi bırakmıştır.  Çok sevdiği bir zamanlar çok yakın olduğu arkadaşının teklifi olan balina gözlemciliğinden de son dakika vazgeçmiştir. Nora'nın yaşamında ki tüm bu pişmanlıklar ve pişmanlıklarının vermiş olduğu acı yetmezmiş gibi bir de çok sevdiği kedisi ölür. Bunun üzerine kaçırılmış fırsatlarla dolu olan bu yaşamında hiç kimsenin ona ihtiyaç duymadığını ve kimse tarafından sevilmediğini düşünen Nora intihar eder. Fakat kendini bir kütüphanede bulur. Raflarda sıra sıra dizilmiş onlarca olasılık keza onlarca yaşam onu beklemektedir. Her bir yaşamı deneyimleme hakkına sahip Nora eğer bir kez olsun gittiği yaşamda pişmanlık hissederse hemen o yaşamdan çıkıp kütüphaneye geri döner. Kitap boyunca Nora'nın yaşamlar arasında gidip gelmesini her bir pişmanlığını telafi etmeye çalışmasını okuyoruz.

Kitap hakkında Düşüncelerim:Kitabın ilk başında yapılan Slyvıa Plath'ın İncir ağacı meteforu beni ilk anda kitaba bağladı. Çünkü Slyvıa Plath ile ruhlarımızın aynı parçadan yapıldığını düşünürüm. Her şey olmak isteyen Plath bir gün olamadığı tüm yaşamların acısını bastırmak için kendi canına kıyar. Keşke gerçekten kök bir yaşam olsaydı da Slyvıa kök yaşamına geri dönebilse ve mutlu bir yaşam sürseydi.

Kitabı sevmemin en temel sebebi romantize etmeden gerçeklerle yoğrulmuş konuları ele alış biçimiydi. İlk başta Nora'nın nasıl karşısına bu kadar çok fırsat çıkar ve hepsini özenle teper diye düşünürken aklıma kendi yaşamımı geldi. Bende okul tercihlerimden tutunda kariyerimde önüme çıkan büyük fırsatları tepmemi düşününce hak verdim. Ama isteyerek ama dış etkenler sonucu  yaşamımda kaçan o kadar balık var ki. Ben onları kaçırdığım için büyük yoksa büyüme döneminde bir yavru mu olduğunu bilmiyorum. İşte kitapta var olan kaçırdığımızı sandığımız balıkların aslında o kadar büyük olmadığı düşüncesi beni memnun etti. Aslında büyük ve küçüklük bile görecelidir. Karnımızın açlık veya tokluğuna göre balığın boyutu değişir. Balığın lezzetine göre bile değişir tadı.

Kitapla ilgili en sevdiğim ikinci olgu yaşamı bazen anlamaya çalışmanın gereksiz olduğu sadece yaşayıp gitmen gerektiğiydi. Aklıma Tarkovski'nin ''Sürekli bir anlam ararsan gerçekleşmekte olan her şeyi ıskalayacaksın.'' sözü geldi.

Kitapla ilgili beni saran bir diğer şey aslında yaşamlarımızda farkında olmadan bile ne kadar çok insanın yaşamına dokunduğumuzdu. Mesela Nora'nın arada çiçeklerine baktığı bazen ilaçlarını aldığı bir komşusunu etkilemesi gibi. Yaşlı adam Nora'nın komşusu olmadığı başka bir yaşamda huzurevinde mutsuz bir hayat sürmektedir. Nora onu evine bağlayan bir ipliktir. Yahut Nora'nın babasının hayalini gerçekleştirmeye çalıştığı bir hayatta annesinden uzaklaşır babası bir kadın bulur ve Nora'nın annesi mutsuzluktan alkolik olup erkenden ölür. Oysa Nora'nın kök yaşamında(asıl yaşamında) annesi daha uzun yaşamış ve alkolik olmamıştır. Bu tür insan yaşamlarına dokunmak yaşamamız için gerekli güdüyü sağlıyor aslında. Bazen kendimi karanlık bir boşlukta hissediyorum. Karanlıklar içindeyim ve ne benim bir huzmecik ışık kaynağım var ne bir başkasının. Bazı ateş böcekleri gibi ışık saçarken bir başlarının yaşamını ışıkla doldururken ben kendi karanlığımda savrulup duruyorum. Kitabı okuduktan sonra şu anda görüşmesem bile bir zamanlar yaşamına ufakta olsa dokunduğum insanları düşündüm. Özellikle üniversite zamanı özel ders verdiğim öğrenciler. Beni çok severler bir abla gibi sorunlarına ortak olmalarıma izin verirlerdi. O zamanlar çok sıkı ilişkilerimiz vardı ve yaşamlarına nasıl dokunduğum hakkında her diam minnetlerini ifade ederlerdi. Çoğu zaman kendimden feda edip onların iyi bir insan olmaları için çabalar zaman ayırırdım. Sonra araya zaman girdi ve birçoğu ile bağım koptu. O zaman insan ilişkilerinin nasıl da soyut olduğunu anlamıştım.

 Kendi kendime keşke demiştim. O zamanlarımı en azından bir beceri edinmekle geçirseydim. Yahut taşı taş üstüne koysam bir çeşme, bir anıt yapsam en azından ''İşte Nil bak sen bunu yaptın! Ne güzel oldu!'' diye öğünürdüm kendi kendime diye hayıflandım. Ama bu kitabı okuyunca bu duygum kayboldu. En azından bir zaman bir yerlerde bir şeyler yaptım dedim kendime.

Kitapla ilgili en dikkatimi çeken diğer bir şeyse Nora'nın gerçekleşmediği için acı ile kıvrandığı  tüm o hayallerin aslında Nora'nın hayali olmaması. Kimi abisinin, kimi babasının. Ne garip aslında hiç istemediğimiz bir şeyin gerçekleşmediği için acısını duymamız. Bu farkındalık pişmanlıklarımı ele almama sebep oldu. 

Alıntılar 

 -Hiçbirimiz dünkü insan değiliz.

-Ne kadar dürüst olursan ol, insanlar ancak kendi gerçeklerine en yakın olan şeyleri görebilir.

-İnsanlar şehir gibiydi. Bazı kötü yönleri var diye bütün şehirden nefret etmezdiniz. Sevmediğiniz yanları, birkaç tane tehlikeli ara sokağı ve mahallesi olabilirdi ama bir şehir yaşanır kılan şey iyi yönleriydi.

-Hayatı anlaman gerekmiyor. Yaşaman yeterli.

6 Şubat 2021 Cumartesi

Ted gibi Konuş

 Kitap kulübümüzün ilk kitabı buydu.  Bu kitabı ikinci okuyuşumdu ilkinde bir oturuşta okumuştum.  Bu kez bölüm bölüm not alarak altını çizerek okudum. Bu yüzden 1 ayda bitirdim. Kitabın dili yalın. Kaynaklar ve uygulamalara yer verilmiş harekete geçirici bir kitap.
Yazar
Carmine Gallo birebir tanımak için internet sitesine tık. Çok satan bir kitabın yazarı olmak benim için popüler kültürün, aynı fast food gibi tüketilen kitapların ve kitlelerin bilinçsiz hareketlerinin olduğu bir çağda bir eksidir. Hiç bir kitabı bu sebep ile almam. Aksi gibi bu sebeple bir kitabı almaktan vazgeçerim. Kişisel gelişim vari  bir kapak tasarımı ve adı olan kitabın Colgate reklamlarından çıkmış gibi gülümseyen yazarımız benim gibi okuyucuları aldatmasın. Carmine Gallo Harvard üniversitesinde  Graduate School of Design'da yönetici eğitimi ofisinde program lideri ve markalar için liderlik danışmanı.
Fakat ben ona 21.yüzyıl hikaye anlatıcı yetiştirme gurusu adını verdim.
 kitap
kitap toplamda 3 ana başlıktan oluşuyor. her üç ana başlık yine 3 alt başlığı içeriyor.
1.bölüm 
 Duygusal 
1. Içinizdeki Ustayı Çıkarın
2. Hikaye Anlatma Sanatında Ustalaşın
3. Sohbet Edin
2.bölüm :Yeni
4. Bana Yeni Bir Şey Öğretin
5. Ağızları Açık Bırakan Anlar Yaratın
6. Neşelenin
3. BÖLÜM: Akılda Kalıcı
7. 18 Dakika Kuralına Bağlı Kalın
8. Çoklu Duyusal Deneyimlerle Zihinsel Bir Resim Boyayın
9. Şeridinizde Kalın
Bu arada Ted gibi konuş derken ayı Teddy aklına gelen yoktur :) fakat yine de açıklayalım.
TED, dünyanın önde gelen düşünürlerinin, kendilerini en fazla heyecanlandıran fikirleri paylaşmak üzere katıldığı yıllık bir konferanstır. “TED” adını, geIeceğimizi şekillendiren üç ana konunun – Teknoloji, Eğlence ve Tasarım ‘ın (Technology, Entertainment, Design) ilk harflerinden alır. internet sitesi için tık
Her konuda geçen teknik için bir ted konuşması örnek veriyor. farklı alanlardan yapılmış aslında ilgi alanıma girmeyen videoları ilgiyle  izlediğimde yazarın iyi bir gözlemci olduğuna hak verdim.
Eğer Ted videoları izliyorsanız bu kitabı mutlaka okuyun.
Eğer bir öykünüz varsa ve bunu ister binlerce kişilik konferans salonlarında ister mahalle kahvelerinde ister kısır partilerinde anlatacak olunca hiç fark etmez okuyun.
Eğer 
1- makele, terim, acaip değişik kelimeri bolca akademik bilgiyi severseniz
2-trafik ışığı daha sarı yanarken kornaya basansanız bu kitabı lütfen ve lütfen okumayın.
1. grup okurken kitabı yavan bulacaktır.
2. grup mu..?
Onları da ben pek yavan buluyorum.
                                                                       Alıntılar
Harika bir iş yapmanın tek yolu,Yaptığınız işi sevmektir. Henüz onu bulamadıysanız bakmaya devam edin yetinmeyin.
''Tutkunuzu izlemekten korkarsınız. Gülünç görünmekten korkarsınız. Denemekten korkarsınız. Başarısız olacağınızdan korkarsınız.'

   

17 Ocak 2021 Pazar

Kamburlar, Kaçaklar ve Kurbağalar

 

Bazen rüyalar  görürüz. Rüya olduğunu bildiğimiz  rüyalar. Bazende öykü  kitapları  okuruz  öykünün  içinde  olduğunu  bilen karakterlerin  kitapları. Yazara baş  kaldıran  ve kendi öyküsünü  yaşamaya  çalışan karekterlerin öyküsü.  Yazarı  durdurup lafa giren karekterler mi dersiniz yazarın  beraber nar yemek istediği  karekterler mi  dersiniz. Oldukça ilginç  bir öykü  kitabı. Filmlerde oyuncunun  kameraya bakıp  konuştuğu  sahneler vardır  bu sahneler benim pek hoşuma  kitap. Bu sebebten olsa gerek bu kitabıda  sevdim. İlk hikâyede bulunan kahraman ve incir ağacı  Slvyia Plath'i anımsattı. Çocukluk  dut ağaçları, dedeler, masallar, tombul ballı  incirler o kadar benvariydi ki acaba kitabı ben mi yazdım  diye şüphe  ettim:) Yazarın  yer yer alaylı  bazen geren bazen tatlı  tatlı  gülümseten  bazen boğucu  bir yaz günündeymiş  gibi hissettiren  bazen ilk kar şehre  düştüğünde hissettiğimiz  yumuşaklıkla içimizi  saran kalemini sevdim.
Yazar
Dergâh  yayınlarında  olan tanıtım  yazısı 
Sinem Torun, 1994’te Sakarya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Sakarya’da tamamladı. 2011’de Varlık Yayınları’nın düzenlediği Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde öykü dalında “Kuş Üzümü” adlı dosyasıyla dikkate değer ödülü aldı. Öyküleri; Varlık, Hece-Öykü, Dergâh gibi çeşitli dergilerde yayımlandı. Hâlen Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenim görmektedir

Başka  doğru  dürüst  bir bilgi  bir fotoğraf  bulamadım. Twitter'dan mesaj atayım dedim.Hesabı kapanmış. Bu yıl  içinde okuyup sevdiğim  bir yazarla iletisime geçip  duygularımı  iletme hedefim var.Hadi bakalım .
                                           
                                                                   Alıntılar 

Ağlamak istediğim halde ağlayamıyordum, en sancılısı buydu. Ve size dedim ki:
Hüzün. Aslında iki sokak altımda oturuyor.
Şimdi, gerçek hüzün tastamam bu mudur diye sorarsanız eğer... değildir, hüzün bu dahi değildir.
           
'Bir kelimeye temâşâ etmenin ne demek olduğunu hiçbir kelimeye yaklaşamadığınızda anlarsınız. Bir kelimeye yaklaşmanın ne demek olduğunu bu cümleyi anlayınca anlarsınız. Bir cümleyi anlamanın ne demek olduğunu hiç kimse sizi anlamadığında anlarsınız. Bir gün bir kelime temâşâ edebilirseniz eğer... anlarsınız. Öncesinde kaybettiklerinizi.''





16 Ocak 2021 Cumartesi

duyulur dünyanın şakası

 

   Okuma ritüellerimden biri de sevdiğim   yayın evlerinin hiç bilmediğim yazarlarından çıkan incecik öykü kitaplarını okumaktır. Kitap alışverişi yaparken listemdeki kitapları alıp üstüne de bu incecik kitaplardan alırım. Aynı sürpriz yumurta alıp içinden ne çıkacak diye heyecanlandığımız gibi acaba nasıl bir kitap diye merak ederim. Geçenlerde aldığım bir kitap 'duyulur dünyanın şakası' Feride Çetin'in yazdığı iki kitaptan birisi. Kendince minik ironiler barındırıyor. Bu kitapta ile ilgili dikkatimi en çok çeken şey kadının bir oyun olması. Televizyon dizilerinden birinde oyuncu. Tv dizilerinin bir çoğu bayağı yapımlar olduğu için burada oynayan, çeken, yazan bana bayağı gelmiştir. Bu fikir bilinçli bir şekilde düşünülmüş bir fikirden ziyade anlık verilmiş bir tepkidir. Bu kitabı okuyup yazarı okuyunca bu kanaatimin farkına vardım. Feride çetin'in birde yazdığı mini mini bir blog olduğunu görünce kanım ısındı. Kimseye zararı olmayan kendi içimde yuvarlanan bir ön yargı bulutunu böylece dağıtmış oldum.

Hikayeler kısa bazı hikayelerde paragraflar eksikmiş gibi hissettim ve olay  örgüsünü yakalayamadım. Ama en nihayetinde beklentim çantamda taşımalık açıp kısa aralarda bana eşlik etmesi olduğu için ben kitabı sevdim. Kısa ve birbirinden farklı kahramanların pek de ilgi çekici olmayan öykülerini okumak isterseniz buyurunuz.

 


Alıntılar

kitap okumayı ve Cem Karaca dinlemeyi severim.
*****
Size hem meydan okuyan hem de ilham veren birini bulun ve hayatınızı onunla geçirin.
*****
Hayatı kurban ya da kahramanlardan dinlersin. Birinin dili zehirli diğerininki bilgedir. Yolunu ona göre belleyeceksin.

3 Aralık 2020 Perşembe

kan kardeşler

Kafka Yayınları  uzun zamandır takip ettiğim bir yayın  evi.Sosyal gerçeklik  üzerine yazılmış  epeyce bir eser var. Gelelim kitabımıza.özgün  adı Jugend auf der Landstrasse Berlin("Berlin Yolundaki Gençlik) kitap bu isimle yazılmış  fakat o dönemde  yasaklandığı  ve yakıldığı  için tarih sahnesinden neredeyse silinecekmiş fakat bir şekilde  bir yerlerde korunmuş ve   tam 80 sene sonra   Blood Brothers ismi ile  2013 yılında  Michael Hofmann tarafından
  yeniden yayımlanmış.  
                         Yazar
Yazar ile ilgili  bildiğimiz  kesin  bir şey  varsa o da adının  ernest heffner olduğu.  
İkinci Dünya Savaşı sırasında ortadan kayboldu ve o zamandan beri hiçbir iz bulunamadı. 
The New York Times'ın Şubat 2015 sayısında William Grimes, Haffner hakkında gazeteci ve muhtemelen sosyal hizmet uzmanı olmasının dışında bir şey  bilmediğimizi  ifade etmiş 
   
                                                  Konusu
Kitap bizi Berlin'in 1930 yılına  götürüyor.yani Weimar Cumhuriyetinde Bu dönem  hep ilgimi çekmiştir naziler gelmeden önce  imparatorluk döneminden sonra 1918 ile 1933 arası.siyasi calkantilar ekonomik sorunlar ilk kez elde edilen özgürlükler  coşku  sefalet.kitap bu dönemin ruhunu çok  iyi bir  şekilde  yansıtıyor. Bu dönem  aklıma  çok  partili rejime geçtiğimizde insanların yaşadığı  o coşkuyu  yoksulluk  içersinde  yaşarken  gözlerindeki  o umudu hatırlatıyor. (Bakınız  32.gün arşivleri  Demir kırat)
 Blood brothers bu cumhuriyetin son günlerinde  geçiyor. Yetim,yetiştirme  yurdundan kaçmış  yada bir şekilde  ailesinden ayrı düşmüş  çocukların  kurdukları  sokak çetelerinde yaşama  tutunma çabalarını  okuyoruz kitap boyunca.Geceleri yatacak yeri,gündüzleri  sırtlarına  geçirecek  bir hırkaları olmayan bu gençler refah içerisinde -bu refahlık tartışılır-içinde yari3 beslenmektense özgürlük  içerisinde aç kalmayı seçiyorlar.
Açlıktan kıvranıp  dudakları  çatlağında yine aynı  şeyi  tekrar ediyorlar''Açlıktan gebermek! Evet, ama benim istediğim yerde! ''
Kitap çoğu  yerde kanımı  dondurdu.Bu açlık  bu sefalet ve bu arada kalmışlık beni gerçekten  yordu.Özellikle  yurttan kaçan  Willy trenin altında Berlin'e yolculuk yaparken buz gibi keskin soğuk  ciğerlerime  doldu ve benimde elim yüzüm  trenin buhari ile kapkara oldu.
Neyseki kitapta bunca kötülüğe ,açlığa maruz kalan fakat içinde iyi kalma ,iyi olma güdüsü olanların koşullar  ne olursa  olsun iyi kaldıklarını görüyoruz .
Çoğu  kişi  kitabın  edebi dilinin zayıf  olduğunu  söylese  bile o dönemde  bunlara  bizzat şahit  olmuş  birisi olsaydım degil kitabını yazmak sonsuza dek  kelimelerimi kaybederdim. Zaten  bazen konunun kendisi başlı  başına yeterlidir.edebi tekniklere ihtiyac duymaz,özne  yüklem  yeter.
Okuma önerisi:sosyal hizmet alanında  çalışma  yapanların  mutlaka okumasi gereken  bir kitap .

                                          Alıntılar 

Cepte parayı avuçladığında, Berlin nasıl da değişik görünüyor!

Kuzey ve doğu Berlin'den batı Berlin'e giden yol çoğunlukla özel bir otelin çarşafları üzerinden geçiyor gibi.

Vermek sadece, açlık ve sefaletin bilgisine doğal olarak sahip olan fakirlere mahsustur.

Çicekler ve nezaket hapishaneye yakışmıyor.

tam dibe vururken fark edip batmamış olanlar.

rehber anahtar deliğinden parolayı fısıldıyor: "Karında gurultu, gırtlakta yangın." Kapılar açlığa ve susuzluğa açılıyor.

(Konu ile ilgili daha ayrıntılı  bir inceleme  okumak isterseniz:Tık)

Mavi yazılı  yerler word without bordes sitesinden alıntıdır