15 Mart 2023 Çarşamba
İşin Aslı Judit ve Sonrası
10 Mart 2023 Cuma
Hagakure: Saklı Yapraklar
Bu kış Japon klasikleri okuyarak geçti. Toplamda 7 kitap okudum. Biraz ara vermek istiyorum bu maratona. Okuduğum son kitabın etkisi de olabilir tabi. Aslında yayınevinin bu serisini çok sevdim. Kapak tasarımları öyle hoş ki. Birde kitabın girişine öyle güzel öyle etraflı tanıtım yazıları yazmışlar ki. Kitabın yazıldığı dönemden tutun yazarın yaşamı ile ilgili. Ama bir kaç kitapta bu durum rahatsız ediciydi çünkü bütün kitabı etraflıca tahlil ettikleri için sondaki sürpriz olan bir sahneyi bile öncesinde öğrenmiş oluyorsunuz. O yüzden bu kitabı okumaya başlarken giriş kısmı okumadım.
Kitap bir samurayın samurayların uyması gereken normları anlatıyor. Bir samurayın kafasına girip dünyayı anlayış biçimine tanıklık ediyorsunuz adeta diye düşünürken yazarın hayatını araştırdım. Çok zayıf ve çelimsiz olduğu için samuray olsa bile hiç savaşa katılmamış. Hatta efendisi ölünce sepukku(iç organları dışarı çıkmasını sağlayan intihar yöntemi) bile yapmamış. Efendisi hayattayken yazmaya kabiliyeti olduğunu anlayıp çeşitli hocalardan ders almasını sağlamış. Zen ve Konfüçyüs dersleri alıp, üzerine birde hiç bir şekilde samuraylık adetlerini yerine getirmeyip böyle kitap yazması çok ironik.
"Sanat kişiyi kurtarır," sözü başka yörelerin sözüdür. Bizim ailemizde sanat kişiyi mahveder. Hangi konuda olursa olsun, bir sanatı olan kişi sanatçıdır. Savaşçı değildir. "Şu adam savaşçıdır!" dedirtmek için titizlenmeniz gerekir. Bir parça bile sanattan anlamanın savaşçılığa zarar vereceğini kavradığınız anda, tüm sanatlar yararlı olur. Dikkat edilme- si gereken bir konudur.
Sanatta hünerli olduğu söylenen kişi aptalla eşdeğerdedir. Bu, sadece tek bir konudaki ihtirasının aptallığıyla, başka hiçbir şeyi düşünmeden o konuda hüner kazanmıştır. Böyleleri hiçbir işe yaramaz.
Bir yerde dünya üzerinde en gelişmiş ülkeler arasında gelenekselliği en çok sürdüren ülkenin Japonca olduğunu okumuştum. Gerçekten kitap boyunca hem sanat hem de kadın üzerine yapılan yorumlar bu durumu gözler önüne seriyordu. Eklemeliyim ki garip bir şekilde çocuk yetiştirmekte doğru yaklaşımlara sahipler.
Savaşçı çocuklarının eğitilme yöntemi vardır. Bebekliğinden itibaren cesareti güçlendirilmeli, korkutulmamalı, kandırılmamalıdır. Küçüklüğünde korkaklığa kapılırsa, bu onun ömür boyu taşıyacağı bir yara olur. Ebeveynin dikkatsizliğiyle gök gürültüsünden etkilenir, karanlıkta kalmamaya çalışır. Ağlamasını kesmek için korkutucu şeyler söylemek özensizliktir. Çocuğu küçüklüğünde çok sert azarlarsanız içine kapanır. .
Neyse ki bu tür cümlelere rağmen güzel diyebileceğim bir kaç cümle ile karşılaştım.
"İnsan tanımak istiyorsan, hastalan," derler.
"Merhametle baktığınız sürece dayanılmaz bulacağınız kimse olmaz, suçlu insanlara daha fazla acımak gerek,"
Gençliğimde pişmanlık günlüğü tutmaya karar vermiştim, her gün hatalarımı yazmıştım ama, yirmi otuz gün boyunca not almadığım bir günüm bile olmadı. Bunun sonu yok diye, o günlüğü tutmayı bıraktım. Şimdi bile, yattıktan son- ra o günümü aklıma getirdiğimde, söylemeyi atladığım ko- nuların, yapmayı unuttuğum işlerin olmadığı bir gün bile yok. Her şey düşündüğümüz gibi olmaz. Bu, zekâları ile yaşayan insanların akıllarına bile getirmedikleri bir şeydir.
"Ne kadar güzel oynatılan bir kuklayım. İpleri olmadan yürüyen, uçup zıplayan. Hele konuşabiliyor olmam. Ne kadar ustaca yapılmışım.
Japonya'nın siyasi anlamda en güçlü dönemi olan Edo döneminde yazılan bir kitap. O dönemi anlamak için okunabilir. Ama okuduğum çoğu yorumda aynı benim gibi kitap olumsuz bir etki bırakmış ve insanlar Japon klasiği okumaya ara vermiş. Karar sizin. Keyifli okumalar...
27 Şubat 2023 Pazartesi
Levayıh-i Hayat, Hayattan Sahneler Fatma Aliye
21 Şubat 2023 Salı
İki Kız Kardeş
10 Ocak 2023 Salı
Ölüm Bir Skandal
Yıllar önce yaşamış yazarlara hayranlık beslemenin burukluğu yaşadım senelerce. Onlar hakkında daha çok şey bilmek, belki onları görmek tanımak en büyük isteklerimdendi. Bu acıyı dindirmek için zaman makinesi icat edemeyeceğime göre bende günümüzde yaşamış yazarları okuyayım onları seveyim dedim. Ama Haydar Ergülen'i bu kasıtlı düşüncem ile değil yalnızca bir tesadüf eseri okumaya başladım. İlçemdeki kütüphanede yeteri kadar kitap yok. Ama bir şekilde biri Haydar Ergülen'in kitaplarını bağışlamış. Böylece bende okumaya başladım. Bu kitabını olumsuz bir yoruma maruz kaldığım için tarafsız değerlendiremeyeceğim. Zaten insan her zaman sanata karşı taraflıdır. Kendi en derin duygularını esiridir. Ama yine de kitabın başını, bazı cümleleri çokça sevdiğimi ifade etmek isterim. Yazarı araştırdım. 5-6 sene önce bir çocuğu olmuş. Artık çocuk kitapları da yazıyormuş, 17 şiir kitabı varmış. Çok şaşırdım doğrusu. Çok yüksek geldi bu rakam bana. Ama 40 yıl olmuş yazmaya başlayalı. Sonra herkes şiir yazabilir dedi. Herkes yazmalı dedi. Atölyeler düzenliyormuş, merak ettim katılmak istedim. Aslında zamanında ünlü bir yazarın kapalı bir atölyesine kabul aldım. Sonra bir aksilikler oldu ve katılamadım. Kafamın bir yerinde bunun kaldığını fark ettim bu yazıyı yazarken. Acaba o atölyeye katılırsam ne olurdu? Yaşam benim için nasıl evrilirdi diye düşünmeye başladım. Hal böyle olunca onu bir kere daha araştırmaya karar verdim.
Kitap ölümle alakalı çokça metaforların olduğu şiirlerden oluşuyor. Şiirleri okurken aklıma Salvodor Dali'nin rüyalarından esinlendiği şiirleri geldi.
Yazarın yapılan en son röpörtajını izlemek isterseniz tık
ruhum delik deşik oluncaya kadar taşıdım şiiri çığlık oluncaya kadar taşıdım artık taşıyamıyorum bu kutsal emaneti ruhum taşıyamıyor artık bu şiiri
İnsan bir ölüye de küsebilir bir ölüme de
İnsanlar en çok birbirlerini anlamamak üzere anlaşıyorlar
6 Ocak 2023 Cuma
Yeşil Bambu ve Diğer Fantastik Öyküler
5 Ocak 2023 Perşembe
Cam Çocuk
Kimseyi mükemmel olduğu için sevmezsin..
Mükemmel olmadığı gerçeğine rağmen seversin...
Lazım oldukları anda nereye saklanır bu sözcükler ?
Zamanı Durdurmanın Yolları
Matt Haig'in okuduğum 4. kitabıydı. Yalın fakat bir o kadar mizahi anlatımı ve kurgusuyla kitap beni içine çekti. Fakat sıralama yaptığım zaman en sonda bu kitabı olurdu muhtemelen. Ben nispeten daha az okunan İnsanlar kitabını daha çok seviyorum. Belki de ilk o kitabını okuduğum içinde olabilir. Bir yazarın peşi sıra kitaplarını okuyunca benzer noktaları görüyorsun. Ben yazarların tüm karakterlerinin aynı kişi olduğunu düşünüyorum. Farklı evrenlerde farklı isim ve davranışlarda fakat hepsi aynı eğilimi taşıyan. Yazarın iç dünyasını parça parça işlediği kitaplar. Zamanı durdurmanın yollarında yine bir Öteki'nin hikayesini okuyoruz. Bir yaşta kalan ve çok ama çok yavaş yaşlanan yüzyıllarca aynı yaşta kalan bir adamın öyküsü. O adam aynı kalırken etrafındaki her şey değişiyor. Kitapta yıllar arasında gelgitler yaparak hikayeyi takip ediyoruz. Günümüz ve geçmişi ayrı ayrı takip ediyoruz. İlk başta iki zamanı kafamda tutmak bile zordu. Fakat okudukça hoşuma gitti. İki hikayenin kesiştiği noktaya ulaşmak, ne oldu da bugünkü haline dönüştü diye merak etmek güzeldi.
Alıntılar:
"İnsanlar cadılığa inandı çünkü böylece işleri kolaylaşıyordu. İnsanların bir düşmana değil, açıklamaya ihtiyacı vardır.''
''Mutluluğun anahtarı kendin olmak değil. Ne demek o zaten? Her kesin birçok kendisi var. Hayır. Mutluluğun anahtarı, size en uygun yalanı bulmak.''
Buraya yazdığım sözlerin o gün söylenen sözlerle aynı olduğundan emin değilim. Büyük olasılıkla değiller. Ama ben böyle hatırlıyorum ve tek yapabileceğimiz, gerçekliğin kendisinden çok gerçekliğe dair anılarımıza sadık kalmaktır ki o da tam aynı şey olmasa bile gerçeklikle yakından ilintilidir.
Shakespeare posterine bakıyorum. Eski bir dost gibi bakıyor bana sanki. Resmin altında ona ait bir söz var. Ne olduğumuzu biliyoruz ama ne olabileceğimizi bilmiyoruz.
Sonsuzluk, demiş Emily Dickinson, şimdilerden oluşur. Peki, insan yaşadığı anda olmayı nasıl başarabilir? Öteki şimdilerin hayaletlerinin araya girmesini nasıl önler? Kısacası, nasıl yaşayabilir?
Hendrich'inkine benzer durumlardaysa kaç yıl ya da kaç asır yaşadığınız fark etmiyordu çünkü daima kendi kişiliğinizin parametreleri dahilinde yaşıyordunuz. Zaman ve mekan bunu de ğiştiremezdi. Kendinizden asla kaçamazdınız
2 Ocak 2023 Pazartesi
Kirli Ağustos
Yazarlar ne kadar her bir şiir ayrı değerlendirseler bile benim için onların arasında kırmızı kader iplerinden oluyor. Şairlerin tüm şiirlerini birbirlerine bağlayan ve bir şekilde belli belirsiz var olmaya devam eden o ipler hoşuma gidiyor. Arkadaşlarımla bir şairin en sevdiğimiz şiir konuşulunca fark ettim bu durumu. Çünkü şiir adlarına bakmadan direkt hoşuma giden mısraları ezberliyorum. Yahut oraya buraya yazıyorum. İşte bütün o bölük pörçük dizeler hep o şairin menkıbesi gibime gelir.
Edip Cansever ile Turgut Uyar'ı benzettim. İlk okumalarım olduğu için olabilir diye düşünmüştüm ama edebiyat camiasında da bu iki şaire çok sesli şiirlerin şairi denmiş. Çok hoşuma gitti bu tabir. Çok yerinde nitekim. Turgut Uyar Kapalıçarşı'da babasından kalma bir antikacıyı işletmiş. Ne hoş bir meslek dedim. Bir kitapçı olmak bir antikacı olmak. Bir çiçekçi olmak. İnsanlara bir ürün değil de yeni bir yaşam satmak demek zannımca. Eski bir objeyi yeni bir eve taşımak, bir kitabı haliyle bir insanın düşüncelerini yıllar sonra yaşamış birine ulaştırmak ve kısa süreli olsa da bir odayı hoş kokularla doldurmak ne kadar hoş.
Keşke ülkemizde de canlı çiçek çeşitleri satıcıları daha çok olsa. Her hafta pazardan dönerken bir buket çiçek alsak kendimize. Masamızı süslesek. Menüye karar verir gibi çiçeklere de karar versek. Ama bu yalnız bir tabakanın sahip olacağı ayrıcalık olmasa. Maydanoz alırken yanına da bir buket krizantem alsa emekli eşi Melahat Teyze. Yahut mevsimlik işçi Halil. O zaman durup ince şeyleri anlamaya daha çok mu vaktimiz olur acaba?
Acımaktan bir zamansın ki bazen susarsın Çocuklar büyükler gibi konuşur sefaletten.
Bu cümleyi okuyunca öğretmenlik yaparken yaşadığım bir anı aklıma geldi. Çocuklar arasında kavga çıktı. Ne oldu diye sordum ''Öğretmenim oyunda Mustafa Türk lirası geçmez diyor.'' dediler. Sordum Mustafa'ya neden böyle söyledin diye. Mustafa ''Ama öğretmenim Türk parası çook değersiz. Onun yerine dolar kullanmalıyız. Dolar daha değerliymiş.'' dedi. Çocuklar a öyle mi tamam öyle yapalım vs. dediler. Garipti.
Yok düş kuracak vakit bile Her şeyi bir yana bırakıyoruz söylene söylene.
Mesela şiirin hülyalı dünyasını anlamıyorum. Böyle alelade bir cümle nasıl bu kadar kulağa hoş gelebiliyor? Bir türlü aklım almıyor.
Yalan her tenha kasabanın akşam saatidir.
Akşam geri verince bana gözlerimi Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.
Rahatlama Kitabı
29 Kasım 2022 Salı
Felsefenin Tesellisi